
Nice antik kent, nice harabe, nice yeraltı mağarası
nice boşluk bulunur da yeryüzünde hiçbirinin boşluğu insanın boşluğuna
benzemez. O daracık göğüs kafesi bütün mesafelerden uzun bütün boşluklardan
karanlıktır yeri geldiğinde. İnsan onca boşluğu onca açığı gediği bulur da sıra
kendisine geldiğinde aklı karışır, yolu şaşırır. İşte aşk, o boşluğun çaresi
gibi gelirse sana aldanma. Boşluğu anlamandır bütün marifet. Hatta boşluk
olmak, unutma. Günün birinde arkandan bir ses ‘aşk… aşk…’ diye seslenirse
boşluk aydınlanacaktır, dolacak değil. Dua et ki şifa bir ses olarak başının
üstünden geçsin. Olduğun yerde bir Mevlevi gibi eğil de selam ver. Kar beyazı
gömleğinin içinden akan teri ürperişin incisi say. Sanır mısın ki Hızır ile
İlyas ölümsüzlük suyunun peşine düşen maceraperest ve dünya severlerdi. Hayır,
hayır, bir kez olsun ‘aşk… aşk…’ diye göz kırpmıştı da onlara kader, onlar o
cilvenin etkisiyle yollara düştüler. Sonra da onlardan geriye gülün sonsuz
hatırası kaldı. Şimdi dönüp de bana ‘Neden gül?’ diye sorma. Hiç sorma. Rilke
değil miydi, parmağına batan gül dikeni sebebiyle ölen. Ey saf çelişki. O
çelişkinin haberiyle dolsun kulağın.
– Ömer Erdem