Bence bulutların da kişiliği vardır. Öyle ki dikkatsiz gözlere, sığ kalplere sıradan gelseler de hiçbiri birbirine benzemez, biriciktirler. Kimi duygusaldır, kimi ise kaskatı. Bırakın kişiliklerinin birbirlerine benzemesini, kimileri gün geçtikçe kendilerini tanıyamayacak kadar değişir, günü günlerini tutmaz. Çünkü bulutların duyguları da vardır. Kimi günler oldukça sakin ve huzurluyken bazı günler öyle duygusal öyle sulu gözlüdürler ki bizi de duygulandırır, gözyaşlarına boğarlar. Bazen öyle öfkelidirler ki koca koca adamları, kadınları bile bir haykırışla ürkütebilirler. Ama en öfkeli zamanlarında bile aslında çok merhametlidirler. Evet, evet. Her ne kadar biz insanlar, onların çok konuştuğu zamanlarda onlardan korksak da çekinsek de aslında onlarsız da olamayız. Nitekim pek ortalıkta görünmedikleri, ufkun köşelerine çekildikleri kurak yaz ikindilerinde ve o sessiz gecelerde gözlerimiz onları arar. Keşke gelseler de bize yine öyle kızsalar diye. Ama bir kere de düşünmeyiz neden bize kızdılar diye...
Bulutların da suretleri vardır. Kimisi bir at yelesi gibi zarifken kimi koca mantar kafalıdır. Kimi dalga dalga dalganırken kimi de kütük gibidir. Kimi kara kuru bir tipken kimi pamuk gibi bembeyaz ve zariftir, kimisi de al al, sedef sedef. Kiminin içi dışı birdir, kimi ise güneşe bile sırrını vermez. Ama hiçbirinin güzeli çirkini, boduru sırığı yoktur, çünkü hepsi biriciktir.
Bulutların da sevdiği mekanlar ve zamanlar vardır. İsteseler yeryüzünün köşe bucağını gezerler ama illa ki bir mesken tutmayı daha çok severler. Kimileri deniz kenarlarında günleri gün ederlerken kimileri dağ yamaçlarının eşiklerinden bir adım aşağı adım atmazlar. Kimi de öyle gezgindir ki yerdenizin öte berisini her yıl bir turlamadan duramaz. Kimi kendini pek göstermez: Sedefi, Yalpası, Kalvini. Kimileri bildiğin kış kartalıdır, kimisi de yaz düşkünü, bahar aşığı.
Bulutların da zayıflıkları vardır. Mesela hepsi de ölümlüdür. Bir gün yok olup gideceklerini bile bile nefes alırlar, nefes verirler. Kimi koca koca ayazlara dayanır da güneşin bir gülüşüyle, rüzgarın esintili bir ayartmasıyla dağılıverir. Kimi kendi kendini yiyerek bitirir, kimi bir ötekiyle kafa kafaya daima atışarak. Öyle ya, kimi zarif gelir zarif gider bu dünyadan, kimi de gürültüsüyle patırtısıyla, kimi de haşmetiyle. Hatta dediklerine göre başka seyyarelerde öyle görkemliler varmış ki içlerinde gram su bulundurmaz, koca manyetik meteoritleri sırtlarında taşır, yıl boyu hiç durmayan fırtınalar oluşturur ama bir o kadar da kötü kokarlarmış.
İlginçtir ki bunca görkeme rağmen bulutların da yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaçları vardır. Mesela bulutlar toz zerrelerine ihtiyaç duyarmış, onlar olmazsa yağmurlaşamaz ve öylece gökyüzünde kala kalırlarmış. Mesela vasat bir bulutçuk kümesi bile 500 tondan daha ağır olabildiği için basınç stresine girmeden form oluşturamaz, havada asılı kalamaz veya oradan oraya gezinemezlermiş.
Bulutlar yerdenizlilere benzediği kadar onlardan farklıdırlar da. Mesela insanlar çok trajikomiktir; o küçük kalplerinde yumak yumak duyguları tuttukça tutarlar, o küçük zihin bulutlarında da bilmem hangi geceden kalma puslu düşüncelerde kaybolurlar da bir türlü söyleyemezler, anlatamazlar. Sonra da düğümlenir de düğümlenirler. Bulutlar da içlerinde tutsalar da doğru zamanı geldiğinde dile döküverirler. Çünkü dobradırlar, e biraz da nobrandırlar.
Bulutlar da severler. Hem de saatlerce ve bazen de günlerce gözyaşı dökerek. Hatta bir tanesi vardır ki dillere dolanmıştır. Öyle sevdalanmıştır ki yerin ve göğün en temizi olan o henüz çocuk yüreklimizin peşini bırakmazcasına dolanıp durmuştur. Bulutlar sevdikleri kadar sevilirler de. Hem de en Yüce tarafından. Eğer ki sevilmenin en büyük manifestosu olduğu gibi var olabilmek, olmaya devam edebilmekse evrende ışıktan sonraki belki ilk varlıklar, formlardır bulutlar. Onlar öyle bulutsular ki içlerinde hiçbir zaman göremeyeceğimiz uzlarda yüzmekte olan ahterlerden seyyarelere, burçlardan kometlere neler taşımışlardır neler.
Yanisi, bence bulutları sevmeliyiz, her zamankinden daha çok belki de. Çünkü, çünkü bulutlar artık bize küsüyorlar, göğe çekiliyor, uzaklaşıyorlar. Artık biz onlardan değil onlar bizden korkuyorlar ve biliyorum ki insan korkusu ağır fırtınalı bir sağanak yağmurdan bile çok daha beterdir.