tag:blogger.com,1999:blog-34320882063235378592024-03-14T04:30:52.178+03:00Halil Emre KocalarThis is my personal website where I share my reflections on life.
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.comBlogger32125tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-3824098099333910382024-01-31T15:24:00.003+03:002024-02-08T12:11:29.852+03:00Nasıl Hissettiğinizi Değiştirmek İçin Nasıl Düşündüğünüzü Değiştirmekten Başlayın<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://www.templeton.org/wp-content/uploads/2023/08/How-to-Think-Better_BANNER-1-scaled.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="800" height="400" src="https://www.templeton.org/wp-content/uploads/2023/08/How-to-Think-Better_BANNER-1-scaled.jpg" width="800" /></a></div><br />Şu senaryoyu hayal edin: Bir sabah arabada işe gidiyorsunuz. Radyoda ülkenin bir bölgesinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili haberler duyuyorsunuz. Aynı esnada kaldırımda birbirlerine bağıran bir çiftin yanından geçiyorsunuz. Bir yandan da artık kış yaklaştığı için havadaki sıcaklık düşüşünü ciddi şekilde fark ettiniz. Sonra, telefonunuz patronunuzdan gelen çılgınca bir mesajla çalıyor. Ofise stresli ve hevessiz bir şekilde geliyorsunuz.<p></p><p>Şimdi sahneyi tekrar hayal edin: Sabah işe giderken bir yerdeki trafik kazasıyla ilgili kısa bir haber dinliyorsunuz, ardından yolun geri kalanında müziğin keyfini çıkarmak için istasyonu değiştiriyorsunuz. O esnada ağaçların arasından süzülen güneşi ve sonbahar havasını fark ediyorsunuz. Ardından telefonunuz çalıyor ama onu iş yerine geldiğinizde kontrol etmeye karar veriyorsunuz. Araba sürerken elinizdeki sıcak kahve ve dün gece bir arkadaşınızla yemeğinizi paylaşabildiğiniz için yaşama karşı minnettarlık besliyorsunuz. öfkeli görünen bir çiftin yanından geçiyorsunuz. Neye bu kadar öfkelendiklerini merak ederek ilerlemeye devam ediyorsunuz. İş yerine geldiğinizde genel olarak sakin ve dinlenmiş bir haldesiniz.</p><p>Fark ettiyseniz her iki sahnede de çevrenizde herhangi değişmedi. Değişen şey; çevrenizde olan bitenlere verdiğiniz tepkileriniz, fark etmeyi tercih ettiğiniz uyarıcılar ve bunların duyusal girdi olarak nasıl işlediğinizdir.</p><p><b>Amigdalanızla tanışın</b></p><p>Beynimizin orta bölgesindeki badem şeklindeki ikili yapı, duygusal uyaranların işlenmesinde aslan payını üstlenir. Beynin diğer bölgeleri bilgiyi yorumlamamıza yardımcı olurken amigdalanın etkisi duygusal tepkilerimiz üzerindedir. Bir durum duygusal olarak yüklüyse dizginleri amigdala alır ve duygusal yoğunluk ne kadar yüksek olursa amigdalanın tepkisi de o kadar güçlü olur. Olumsuz girdileri tespit etmedeki rolü nedeniyle bazen korku merkezi olarak da adlandırılan amigdalanın, son zamanlarda olumlu bilgilere de yanıt verdiği kabul ediliyor.</p><p>Sinirbilim, insanların amigdala tepkisinde büyük farklılıklar olduğunu gösteriyor. Örneğin 2011'de yapılan bir araştırma, öfkeye ve ajitasyona daha yatkın olan katılımcıların olumsuz görüntülere karşı amigdala tepkilerinin daha güçlü olduğunu buldu. Peki bu farkı oluşturan ne?</p><p>Beyin araştırmaları, daha mutlu insanların -yani olumlu bir eğilime ve duygulanım tarzına sahip olanların- çevrelerindeki fırsatları görme konusunda daha motive olduklarını öne sürüyor.</p><p>Bir kişinin duygulanım tarzı veya temel mutluluk düzeyi hem biyolojik hem de sosyal kökenlere sahiptir. Genetik miras, yetiştirilme tarzı, yaşam olayları ve zihin sağlığı bunu etkileyen birer etkendir.</p><p>Daha mutlu insanların at gözlüğü takmadığını belirtmekte fayda var; hala yakındaki olumsuz uyaranları tanırlar. Aradaki fark, onların olumlu girdi arama olasılıklarının da daha yüksek olmasıdır. Amigdalaları iyi şeylere daha az mutlu insanların amigdalalarından daha duyarlıdır ve onlara genel olarak daha dengeli bir duygusal tepki verir.</p><p>Bu, doğal olarak olumsuzluklara yönelik umutlu oldukları anlamına gelir. Stresli durumlara tepkimizi geliştirmek için neler yapabileceğimizi inceleyen sinirbilimciler, tepki verme şeklimizi değiştirmek için duygu düzenleme araçlarını kullanabileceğimizi keşfettiler. Olumsuz duygulanım tarzına yatkın olanlar bile, amigdalalarının olumsuz girdiye tepkisini azaltırken olumlu tepkilerini artırabilirler. Araştırmalar, belirli teknikleri kullanarak beynimizin duygusal uyaranlara nasıl tepki vereceğini gerçekten değiştirebileceğimizi gösteriyor. </p><p><b>Bazı Teknikler</b></p><p>Bir duruma ilişkin duygusal tepkilerinizi değiştirmek ister misiniz? Öncelikle bu konudaki düşüncelerinizi değiştirmekten başlayın. Duyguları düzenlemede en etkili tekniklerden biri bilişsel yeniden değerlendirmedir. Bilişsel yeniden değerlendirmenin beyin aktivitesini fiziksel olarak değiştirdiği kanıtlanmıştır. Pratik düzeyde bu, olumlu duygulara daha fazla yönelme sağlarken olumsuz duyguların ağırlığını azaltır. Yeni yürümeye başlayan ve öfke nöbeti geçiren çocuğuna karşı bir ebeveyn, başlangıçta stres ve öfke hissi hissedebilir. Yeniden değerlendirme yoluyla, yürümeye başlayan çocuğun tepkisi hakkında farklı düşünmeyi seçebilir. "<i>Çocuğum savunmasız olmanın güvenli olduğuna inanıyor</i>" diye gözlemleyebilir veya kendisine öfke nöbetlerinin iki yaşındaki çocuklar için normal olduğunu hatırlatabilir. Summer Allen, UC Berkeley'deki <a href="https://greatergood.berkeley.edu/" target="_blank">Greater Good Bilim Merkezi</a> tarafından <a href="https://www.templeton.org/discoveries/positive-neuroscience" target="_blank">pozitif sinirbilim </a>hakkında hazırlanan bir araştırma incelemesinde bilişsel yeniden değerlendirmenin bir duruma verdiğimiz anlamı değiştirdiğini ve "<i>stresli uyaranların gözümüze daha az belirgin hale geldiğini</i>" yazıyor. Bu tür bir yeniden çerçeveleme yalnızca ebeveynin tepkisinin yoğunluğunu değiştirmekle kalmaz aynı zamanda güçlü duyguların baskın süresini de azaltır.</p><p>Duygu düzenleme tekniklerine ilişkin araç kutunuza ekleyebileceğiniz başka bir araç da meditasyon olabilir. Araştırmalar, meditasyonun genel ruh halimizi ve dış dünyada algıladığımız duygusal uyaranlara yönelik tepkimizi iyileştirebileceğimizi söylüyor. Çoğu insan “farkındalık meditasyonu” olarak adlandırılan şeye aşinadır. Farkındalık meditasyonu, içimizde yükselen ve geri çekilen hisleri, düşünceleri ve duyguları yargılamadan basitçe fark etmek anlamına gelir. Bu tür tarafsız öz gözlemleme, özellikle tutarlı bir şekilde uygulandığında duyguları düzenlemeye yardımcı olur. Bir çalışmada, birkaç haftalık meditasyon eğitimi bile katılımcıların bir dizi duygusal görüntüye karşı amigdala tepkilerini azaltmasına yardımcı oldu.</p><p>Bir başka derin düşünme tekniği de “şevkat meditasyonudur”. Şevkat meditasyonunun amacı bizi izole olmaktan çok başkalarıyla bağlantı kurmak veya benmerkezci olmaktan çok başkalarına yönelik ilgi beslemektir. Farkındalık meditasyonunun aksine, odaklanılan nesne kişinin kendisi değil başkalarıdır. 2013 yılında yapılan bir çalışmada, Doğu meditasyonuna dayalı bir şefkat eğitimini tamamlayan katılımcılar, acı çeken insanların görüntülerini izlerken kendi duygularını düzenleme konusunda daha fazla kapasiteye sahip oldukları gösterildi. Bu, stresli durumlar karşısında şefkat meditasyonunun, özellikle de başkalarının acısını içerdiğinde, psikolojik dayanıklılığımızı artırmada etkili olabileceğini gösteriyor.</p><p>Bu tekniklerin amacı pembe gözlüklerin arkasına saklanmak veya olumsuz da olsa önemli uyaranları görmezden gelmek değildir. Aksine stresli durumlar karşısında duygularımızı düzenlemek için araçlar sunmaktır. Bu araçları kullanarak olaylara karşı daha soğukkanlı ve sakin yanıt verme olasılığımız artar.</p><p>Bu yazının İngilizce dilindeki özgün haline Templeton.org'daki <a href="https://www.templeton.org/news/to-change-how-you-feel-change-how-you-think" target="_blank">arşivden</a> erişilebilir.</p><p>Yazar: Annelise Jolley. National Geographic, The Atavist, The Rumpus ve The Millions gibi yayın organlarında yazan bir gazeteci ve deneme yazarıdır. Web adresi: annelisejolley.com</p>Halil Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/04188014939049963094noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-71383241615145801492023-12-15T15:46:00.068+03:002024-01-04T15:43:56.690+03:00Yıldız ve İnsan Arasındaki Sıradışı Benzerlikler<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://m.media-amazon.com/images/I/81pqYUvL7zL._AC_UF1000,1000_QL80_.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: right;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="518" height="320" src="https://m.media-amazon.com/images/I/81pqYUvL7zL._AC_UF1000,1000_QL80_.jpg" width="208" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">H. D. Thoreau'nun <br /><i>Yürümek </i>kitabı</td></tr></tbody></table><p>Kimilerine göre yürümenin bir felsefesi vardır. Bence de öyledir: Adım atmak, yol almak, tökezlemek, durup dinlenmek, tekrar yürümek, koşmak, toz koparmak, iz bırakmak... Nitekim Henry David Thoreau da yürümeyi çok severmiş. Der ki "<i>Yürümek, kendimize küstürdüğümüz doğayla yeniden bütünleşmenin ve kendimizi içsel kuruntularımızdan arındırmanın iyi bir yoludur</i>". Thoreau kadar doğaya tutkulu olamasam da yürümeyi ve yürürken <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Daydream" target="_blank">gündüzdüşlemeyi</a> kim sevmez? Yürüdükçe zihnim daha berrak, duygular daha anlaşılabilir hale gelir.</p><p>Yürümekten bahsediyordum değil mi? Evet, yeryüzünde, yerdenizde yürümek. Peki ya gökdenizde, göğün yüzünde? Orada yürünür mü? İnsanlık uzay maviliğinde adım atmayı yeni yeni öğreniyor ancak uzun bir süredir göklerin asıl yolgezerleri, seyyahları çoktan bellidir: Yıldızlar!</p><p>Uzun bir süredir yıldız ve insan konseptleri üzerine düşünüyordum. Ötelerden bir gün yine <i>sıradan</i> bir yürüyüşte Röyskopp'un 2005 çıkışlı <i>The Understanding</i> adlı albümündeki <i>What Else is There?</i> parçasını dinlerken (Siz de dinlemelisiniz!) sanki zihnim düğümlendi, içimde bir şeyler parıldayıp (♪ "<i>... flashlights...</i>" ♪), şimşekler çaktı (♪ "<i>... sudden explosions</i>" <i>♪</i>). <a href="https://oldtimemusic.com/the-meaning-behind-the-song-what-else-is-there-by-royksopp/" target="_blank">Parça</a>, özetle insanın varoluşuna ve evrenin büyüklüğüne yönelik sorularla gündelik yaşamımızın ötesinde neler olduğunu merak etmemizi istiyordu. Benim zihnimdeki soru ise şuydu: Acaba insan ile yıldız konseptleri arasında yapabileceğimiz mecazi benzerliklerin ötesinde literal benzerlikler olabilir miydi? Buna yanıt verebilmek için hadi önce insanın ve yıldızın uzay-zaman boyutundaki yerini bir hatırlayalım.</p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/ADBKdSCbmiM?si=o8rtzzX-i3Xui_Ef" title="YouTube video player" width="560"></iframe></div><p><i>İnsan</i>, <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Chronology_of_the_universe" target="_blank">Evrenin Zaman Ölçeği</a>nde o kadar son anlarda ortaya çıkan (13.6 Milyar yılı yaşındaki evren, 365 güne ölçeklenirse insanlık sadece son 1 saniyede varlık sahnesindedir) ve uzamsal ölçekte de o kadar minik ki (<a href="https://bigthink.com/starts-with-a-bang/comprehend-size-universe/#:~:text=That%20means%20the%20observable%20Universe%20%E2%80%94%20in%20terms%20of%20diameter%20%E2%80%94%20is%20nearly%20a%20full%2027%20orders%20of%20magnitude%2C%20or%20a%20factor%20of%20one%20octillion%20(1%2C000%2C000%2C000%2C000%2C000%2C000%2C000%2C000%2C000)%20larger%20than%20a%20human%20being.%20It%E2%80%99s%20easy%20to%20see%20why%20that%E2%80%99s%20so%20wildly%20incomprehensible" target="_blank">gözlemlenebilir evren, 10<sup>27 </sup>insan büyüklüğündedir</a>) bu kimileri için kaçınılmaz bir anlamsızlığa eşlik eden derin bir melankoli hissi uyandırır ve göğe baktıkça (<i>stargazing</i>) bucaksız uzam, bizi sanki içine alıp yutuverir. Hawking insanın anlamsızlığı için şöyle der: </p><p></p><blockquote><span style="color: #6fa8dc; font-family: Raleway;"><i>İnsan ırkı, yüz milyarlarca galaksiden birinin dış banliyösündeki oldukça ortalama bir yıldızın etrafında dönen, orta büyüklükte bir gezegendeki kimyasal bir tortudan başka bir şey değil. O kadar önemsiziz ki, tüm evrenin bizim yararımıza var olduğuna inanamıyorum. Bu, gözlerimi kapatırsam yok olacağını söylemek gibi bir şey olur.</i> - S. Hawking, 1995</span></blockquote><p></p><p>Öte yandan bazılarına göreyse insan o kadar özel bir nosyondur ki evrenin ilk anından itibaren içinde bulunduğu bu bol tozlu ve ışıltılı süreç, aslında insanın varoluş sahnesine davet edilene değin ortaya konan görkemli ve <a href="https://www.nisanyansozluk.com/kelime/kut" target="_blank">kutsal</a> bir hazırlıktan başka bir şey değildir: </p><p></p><blockquote><span style="color: #6fa8dc; font-family: Raleway;"><i>Sen küçük değilsin, değersiz değilsin, önemsiz değilsin. Evren seni bir yıldız kümelerinden dokudu; her atomun, her lifin farklı bir yıldızdan geliyor. Bir bütün olarak yıldız tozlarına bağlı, tümüyle evrenin enerjisiyle muazzam bir şekilde yaratılmış. Ve işte, sevgilim, bu fizik şiiri, senin şiirindir.</i> - Nikita Gill</span><p></p><h4 style="text-align: left;"><span style="font-size: large; font-weight: 400;"></span></h4><span style="font-size: large;"><i></i></span><p><a href="https://pbs.twimg.com/media/CQ-Rlg3WsAAOwqR?format=jpg&name=4096x4096" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"></a></p></blockquote><p><a href="https://pbs.twimg.com/media/CQ-Rlg3WsAAOwqR?format=jpg&name=4096x4096" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="581" height="320" src="https://pbs.twimg.com/media/CQ-Rlg3WsAAOwqR?format=jpg&name=4096x4096" width="233" /></a>Bunun keskin bir yanıtı kimdedir siz karar verin ancak Büyük Patlama'dan bu yana Kosmoz'u bir şekilde gözlemleyebiliyor olsaydık sahnenin neredeyse başından beri orada olan en görkemli oluşumlar sanırım <i>yıldızlar </i>(ataları <i>önyıldızları (protostars) </i>buna dahildir) olurdu. Akılalmaz sayıda ve evrenin kendisi dışında başka bir konsept ile karşılaştırılamaz büyüklükteki kızgın, debdebeli ateş küreleri. Peki insan ve yıldız konseptleri büyüklük ve yapısal açıdan birbirlerinden bu denli farklı gözükürken aralarında ne gibi benzerlikler olabilir ki?</p><p><i>Doğum, Yaşam ve Ölüm</i></p><p>Her ne kadar insanı bir canlı; yıldızları ise cansız varlıklar olarak kabul etsek de aslında bundan çok emin olmayın. Çünkü bilim insanlarına göre canlılığın neye benzediğini sezgisel olarak anlasak da nesnel olarak <a href="https://www.quantamagazine.org/what-is-life-its-vast-diversity-defies-easy-definition-20210309/" target="_blank">canlılığın net bir tanımı</a> henüz yok çünkü yapılamıyor. Elbette "<i>yıldızlar canlıdır</i>" demek garip oluyor ancak ilginçtir ki yıldızlar da tıpkı insanlar gibi <a href="https://www.scientificamerican.com/article/how-is-a-star-born" target="_blank">bir doğum süreci ile</a> meydana gelirler. Bu doğum, ya Kozmoz'a saçılmış sıcak toz ve gazlardan oluşan bulutsularının (<i>Nebula</i>) <i>uzun bir süre boyunca </i>kaynaşmasıyla ya da iki nötron yıldızının beklenmedik <i>ani</i> bir çarpışmasıyla gerçekleşir.</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://i0.wp.com/www.kozmikanafor.com/wp-content/uploads/2019/03/hidrostatik-denge-17163.jpg?resize=500%2C481&ssl=1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="481" data-original-width="500" height="308" src="https://i0.wp.com/www.kozmikanafor.com/wp-content/uploads/2019/03/hidrostatik-denge-17163.jpg?resize=500%2C481&ssl=1" width="320" /></a></div>Benzerlik bununla sınırlı değil. Yıldızlar doğumlarından itibaren yaşamlarını sürdürebilmek için temelde <i>kütle çekimi</i> (<i>içe itim</i>) ve <i>füzyon </i>(<i>dışa itim</i>) kuvvetlerinin dengeli bir mücadelesine ihtiyaç duyarlar (Buna <i>Hidrostatik Denge </i>denir). Yıldız çekirdeklerindeki hafif elementler, kütle çekiminin baskısı ile toplaşırlar. Bir noktada, bu baskı o kadar büyür ki artık atom çekirdekleri ve atomaltı parçacıklar kaynaşma tepkimesine girerler. Bu tepkimeler ise beraberinde yüksek basınç, ısı ve radyasyon ışıması ortaya çıkarır. Yani dışa itim. Hayal etmesi bile zihinleri bükebile<br />cek olan bu hidrostatik denge, yıldızların var olabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için bir <b>zorunluluktur</b>. Aslında zihnimizi biraz daha bükersek fark ederiz ki insan da temelde var olabilmek için ikili kuvvetlerin etkisine ihtiyaç duyar: Antik felsefecilere göre <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/A_Treatise_of_Human_Nature" target="_blank">akıl/mantığa karşı sezgi/duygu</a>; ahlaka göre iyiliğe karşın kötülük; psikolojiye göre <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Topdog_vs._underdog" target="_blank">topdog/underdog</a>; sinirbilime göre <a href="https://www.earth.com/news/differences-in-the-mammalian-and-reptilian-brain-revealed/">sürüngen beyne karşı memeli beyni</a>; dine göre nefs ve ruh.<p></p><p>Zaman geçtikçe yıldızların çekirdeğindeki hidrostatik denge, füzyon için gerekli materyallerin tükenmesinden dolayı bir vakitten sonra korunamaz. Bu yıldızın ölümüne (ya da başka yıldızların yeniden doğumuna) giden kritik bir gelişmedir. Yaşamını sürdürme sebebi olan o içsel dengenin bozulması onu ölüme (ya da farklı bir göksel yapıya) götürecektir: Birinci ihtimal olarak kütleçekimi kuvveti baskın hale gelir ve yıldız içe doğru sönümlenerek ölür (küçük bir yıldızsa önce beyaz cüce ve sonrasında siyah cüceye dönüşerek söner; büyük bir yıldızsa uzay-zaman örtüsünü yırtan bir kara deliğe dönüşür) veya ikinci ihtimal olarak füzyon tepkimlerinin baskın hale gelmesiyle yıldızın şişerek hacimlenmesi ve en sonunda görkemli bir patlama ile sahnenin kapanması (<a href="https://quran.com/al-baqarah/156" target="_blank">2:156</a>). </p><div><div><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://www.sciencefacts.net/wp-content/uploads/2021/04/Life-Cycle-of-a-Star.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="691" data-original-width="800" height="554" src="https://www.sciencefacts.net/wp-content/uploads/2021/04/Life-Cycle-of-a-Star.jpg" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">
Yıldızların Yaşam Döngüsü</td></tr></tbody></table><p style="text-align: center;"><i> Enerji Depolamanın Geometrisi </i></p><p>İnsan bedeni her ne kadar bir yıldıza kıyasla moleküler çeşitlilik açısından daha karmaşık ve gelişmiş bir sistem olsa da 2014 yılındaki <a href="https://journals.aps.org/prc/abstract/10.1103/PhysRevC.94.055801" target="_blank">bir çalışmada</a> araştırmacılar, sıradışı bir şekilde, insan hücrelerinde protein ve lipitlerin depolandığı organel olan <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Endoplasmic_reticulum" target="_blank">Endoplasmik Reticulum</a>daki membranlar ile nötron yıldızlarının en dış kabuklarında füzyon tepkimelerinin artığı olarak biriken elektron, serbest nötron parçaçıkları ve tortuların (<i>crust</i>) neredeyse aynı geometrik yapıya sahip olduğunu bulmuşlar.</p></div><div><div><br /></div><div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://www.sciencealert.com/images/NeutronStars.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="324" data-original-width="800" height="259" src="https://www.sciencealert.com/images/NeutronStars.jpg" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">a: Yıldız Tortusu, b: ER Membranı</td></tr></tbody></table>Bilim insanları hücrelerde bulunan bu membran yapısına <span>"</span><i>Terasaki Rampası</i>", yıldızlardaki bu tortulara ise lazanya ve spagettiye benzetildiği için "<i>Nükleer Pasta</i>" adını vermişler. Bu iki yapı öyle benzerler ki benzerliği keşfeden araştırmacılar, nükleer pastayı ilk gördüklerinde bunları hücre membranlar ile karıştırmışlar.</div><div><div><p></p><p></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://www.sciencealert.com/images/NuclearPasta.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="396" data-original-width="700" height="362" src="https://www.sciencealert.com/images/NuclearPasta.jpg" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Spagetti ve lazanya topografisinin detayları</td></tr></tbody></table></div><div><p style="text-align: left;"><i>Ağır Element Darbhanesi Olarak Yıldızlar</i></p><p style="text-align: left;">Biliyoruz ki dünya temelli bir bakış açısıyla canlılığın oluşması için <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Carbon" target="_blank">Karbon</a> elementi kelimenin tam anlamıyla <i>hayati </i>bir öneme sahip. Çünkü karbon, diğer elementlerden farklı olarak, dörtlü kovalent bağ kurabilme yetisine sahip <b>tek </b>elementtir. Hepimiz -sadece insan değil, tüm canlılar alemi- <a href="https://www.youtube.com/watch?v=uXcgFJE1vjQ" target="_blank">karbon bazlı birer anotomi</a>ye sahibiz. Çünkü moleküler düzeyde karmaşık protein yapıları ancak güçlü karbon bağları ile mümkün hale geliyor. İlginçlik nerede diyorsanız biraz daha sabır: İnsan bedeni içerisinde başkaca elementler de barındırır: Altın, sülfür, silikon, magnezyum, demir, kalsiyum ve diğerleri. </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://www.nhm.ac.uk/content/dam/nhmwww/discover/we-are-stars/stardust-infographic-two-column.jpg.thumb.768.768.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="435" data-original-width="753" height="370" src="https://www.nhm.ac.uk/content/dam/nhmwww/discover/we-are-stars/stardust-infographic-two-column.jpg.thumb.768.768.jpg" width="640" /></a></div><p>Garip olan şu ki demir ve demirden ağır elementler -canlılık henüz ortada yokken- gezegenimizin özünde yoktu. Peki nasıl oluyor da bedenimizde bulunuyorlar? Çekirdek kütlesi açısından bu denli ağır elementler ancak <i>çekirdek kaynaşması</i> olarak da ifade edilen füzyon tepkimeleri ile yıldız çekirdeklerinde veya bir yıldızın ölmeden önceki son anlarından olan süpernova patlamalarında meydana gelebilirdi (<i>galaktik kimyasal evrim</i>). Yani, demir ve diğer ağır elementler sonradan Dünya'nın bir parçası oldular. Yani, kelimenin tam anlamıyla, bizi biz yapan yapıtaşları öncelerde yıldızların kalbindeki darphanelerde dövülmüştü. Nikita Gill şöyle der: "<i>Kemiklerimde kalsiyum, damarlarımda demir, ruhumda karbon ve beynimde nitrojen. Aslında hepimiz insan isimleri olan birer yıldız; r</i><i>uhları alev toplarında dövülmüş yüzde 93'lük yıldız tozlarıyız</i><i>" </i>(<a href="https://quran.com/57/25" target="_blank">57:25</a>; <a href="https://quran.com/30/20" target="_blank">30:20</a>)<i>. </i>Peki yıldız tozları neye benzer? <i>Stardust </i>isimli NASA sondajı sayesinde kuyruklu astreoidlerden bazı bulgular elde edilmiştir. Bunlara göre yıldız tozları <i>yapışkan, biçimsiz, yumuşak, katranımsı</i> bir materyale benzemektedir. İçinde Kalsiyum-silikat-hidrat izleri taşıyan yıldız tozları, dünyadaki yaşamın kökeni olan <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Primordial_soup" target="_blank"><i>ilksel çorbanın</i></a><i> </i>(<i>premordial soup</i>) temelini oluştuduğu varsayılır (<a href="https://quran.com/37/11" target="_blank">37:11</a>).</p><p style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="allowfullscreen" height="314" src="//www.youtube.com/embed/uXcgFJE1vjQ" width="560"></iframe></p><p>Bedenimizdeki elementlerin orantısal dağılımı başta yaş olmak üzere diğer çevresel etmenlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Yıldızlarda da durum benzerdir. Yıldızların çekirdeğindeki elementler de onların yaşına, diğer göksel cisimlerle olan etkileşimine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Harika değil mi? </p><p><i>Yıldızların da Parmak İzleri Vardır</i></p><p style="text-align: left;">Şehirlerimizin geceyi gündüz eden o ışık kirliliğinden biraz uzaklaştığımız ve kırsalda gökyüzünü izlediğimiz zamanları hatırlayalım. Böylesi gecelerde gökkubbeye baktığımızda birçok yıldızı ve yıldız sistemini çıplak gözle görebiliriz ancak yıldızlar arasındaki farkı ayrıştırmakta zorlanır, tektipleştiririz. Az sayıda meraklı zihin ise, belki bir mercek vasıtasıyla, yıldızların gece balosunu dikizler ve her birinin nasıl alazlandığına şahit olabilir. O meraklı gözler göreceklerdir ki aslında hiçbir yıldız bir başka yıldız gibi yalazlanmamaktadır. Kimi camgöbeği mavisi ile gülüş atar, kimi solgundur, yalnız bir kar kraliçesi gibi bakınır, kimi kızıl bir dev gibi uyur, kimi beyaz bir cüce gibi el sallar. </p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/6b/HRDiagram.png" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="702" height="640" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/6b/HRDiagram.png" width="562" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Hertzsprung–Russell diyagramına göre yıldızların genel saçılım grafiği</td></tr></tbody></table><br /><p></p></div><div><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-left: 1em; text-align: left;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://stsci-opo.org/STScI-01F8QYTQCK41RTNCFG5GM26AVM.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="800" height="181" src="https://stsci-opo.org/STScI-01F8QYTQCK41RTNCFG5GM26AVM.jpg" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Altair </i>yıldızının parmak izi<br />Kaynak: <a href="http://webbtelescope.org">webbtelescope.org</a></td></tr></tbody></table>"<i>Hertzsprung–Russell Diyagramı</i>" olarak bilinen şemaya göre, her bir yıldız aynı olmadığı için çeşitli dalga boylarında çeşitli ışınlar yayar. Yıldız ışıklarının dalga boyları ve kâdirleri (parlaklıkları) tıpkı insanların parmak izlerine benzer şekilde eşsizdir. Yani, her bir yıldız tıpkı parmak izlerimiz gibi nev-i şahıslarına özgü parmak izlerine sahiptir! Yıldız izlerinin bizim parmak izlerimizden en büyük farkı, bizimkilerden çok daha renkli gözükmeleri olabilir. </div><div style="text-align: left;"><p><i>Yıldızlar da Sosyaldir!</i></p><p></p><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/1/11/Algol_AB_movie_imaged_with_the_CHARA_interferometer_-_labeled.gif" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="340" data-original-width="340" height="320" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/1/11/Algol_AB_movie_imaged_with_the_CHARA_interferometer_-_labeled.gif" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bazı romantik karşılaşmalar</td></tr></tbody></table><p>
Yıldızların da arkadaşlıkları, dostlukları, aileleri, anlaşmazlıkları ve hatta düelloları vardır desem şaşırır mısınız? Biliriz ki bazı yıldızlar, takımyıldızlar halinde bir aradadırlar. Küçüğüyle büyüğüyle, <i>torunu torbasıyla</i>. Bazı minik yıldızlar yüzyıllar boyu büyüse bile bir türlü ailelerinden, onların boyunduruğundan uzaklaşamazlar. O minikler aslında gökyüzünde oradadırlar. Ancak yakınlarındaki diğer yıldızlardan dolayı özlerindeki ışıltıyı bir türlü gösteremezler. Tıpkı bazı insanların yakınları yanındayken kendilerini tam olarak ifade edememesi, tam olarak ışıldayamaması gibi... Sevdiklerimizden biraz uzaklaşmanın, araya biraz mesafe koymanın kendimizi bulmamıza olanak sağlaması gibi...</p><p>Ancak bazı yıldızlar tıpkı bazılarımız gibi romantizmi doruklarda yaşayarak birbirlerinden ayrı kalamayan <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Binary_star" target="_blank">çiftlerdir</a>. Örneğin; <i>Köpek Yıldızı</i> olarak da bilinen <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Sirius" target="_blank">Sirius Yıldızı</a> (gece gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz en parlak yıldız) aslında biri büyük biri küçük yıldızdan oluşan ikili bir takımyıldızdır (<a href="https://quran.com/53/49" target="_blank">53:49</a>). Bu çiftler bazen öylesine iç içe geçerler ki bu yakınlaşmalar esnasında birbirleri arasında plazma kütlesi paylaşımı veya eşlikçi gezegen değiştokuşu bile olabilir. E tabii, bazen bu çiftlerin bile arasının açıldığını söyleyen dedikodular da yok değil. Ama yıldızlar insanlardan farklı olarak bir şekilde barışmayı da bilirler. </p><p><i>Yıldızlararası Hiyerarşi</i></p><div style="text-align: center;"><a href="https://media.tenor.com/7ChTV-EyPWkAAAAC/galaxy-collision-space.gif"><img border="0" data-original-height="277" data-original-width="498" height="356" src="https://media.tenor.com/7ChTV-EyPWkAAAAC/galaxy-collision-space.gif" width="640" /></a></div><p></p><p>Yıldızların insanlara benzeyen bir yönü de kendi aralarında bir hiyerarşi sahip olmalarıdır. Zannetmeyin ki bir <i>rockstar</i> olmak kolaydır! Hayır efendim. Bazen kendi yolunuzu çizmek istersiniz ancak kütle çekimi sizden ağır basan yıldızlar veya yıldız kümeleri (çeteleri mi desek?) sizi yörüngenizden saptırır, yoldan çıkarır, kendisinin etrafında dört dönmenizi ister. <i>Halbuki bir yıldız aslında ne kadar büyükse o kadar solgundur</i>. Küçük hacimli yıldızlar daha güçlü parıldar. Ancak doğanın kanunları bellidir. Kütle çekimin zayıfsa kaderi değiştirmek zordur... Öte yandan bazen öyle garip şeyler olabilir ki küçük yıldızların şansı yaver gidiverir, ortada bir yıldız yok gibidir ancak aslında koca bir kara delik yakındaysa minikler, büyüklerinin pençesinden kurtulup kendi yollarını bulabilirler.</p><p style="text-align: left;">Peki Nötron yıldızlarını hiç duydunuz mu? Onlar bana kalırsa en <i>ağır abi</i> yıldızlardır diyebilirim. Kütle çekimleri diğer yıldızlara kıyasla o kadar güçlüdür ki her kim yakınlarından geçse onlara selam durmadan, yoluna çeki düzen vermeden es geçemez. Kolay kolay kimse önlerine çıkmak istemez çünkü bilirler ki bir kere yaklaştın mı uzaklaşmak pek kolay değildir. </p></div><p style="text-align: left;"></p><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: left;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://astronomy.swin.edu.au/cms/cpg15x/albums/userpics/hierarchicalclustering5.jpg" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="102" height="200" src="https://astronomy.swin.edu.au/cms/cpg15x/albums/userpics/hierarchicalclustering5.jpg" width="136" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Çarpışmakta olan <br />Galaksi Kümeleri</td></tr></tbody></table>Yıldızlar göründüklerinden daha karmaşık ilişkilere sahiptirler. Gruplaşmaları takımyıldızların, yıldızkümelerinden öteye gidebilir. Galaksileri kast ediyorum! Sayıları o kadar büyüktür ki bir galaksi içinde milyarlarca, trilyonlarca yıldız ve yıldız kümesi bulundurabilir. Tek bir galaksideki yıldız sayısı ve çeşitliliği akıl almazcasına boldur. Tıpkı bir ulus gibi. Hatta öyle olur ki birbirine doğru yaklaşan galaksiler kafa kafaya çarpışarak yeni galaksi kümelerini oluşturabilirler: Kelimenin tam anlamıyla <i>Star-Wars</i>!<p></p><p style="text-align: left;"><i>Galaktik Sistemler ve Nöron Ağları</i></p><p style="text-align: left;">Bildiğimiz kadarıyla evrendeki en karmaşık yapı insan beynine ait. Günümüzde hala beynin tam olarak bilinç (<i>consciousness</i>) denen bu özel farkındalığı nasıl meydana getirdiğini bilmiyoruz. Öte yandan bir grup astrofizikçi ve sinirbilimci geçtiğimiz yıllarda yürüttüğü <a href="https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fphy.2020.525731/full?trk=public_post_comment-text" target="_blank">bir çalışmada</a> gözlemlenebilir evrenin özellikle dış kısımlarında yer alan <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Galaxy_filament" target="_blank">Galaksi İplikçileri</a>nin (<i>galaxy filaments</i>) ve bunların arasında yer alan uzay vakumunun tahmin edilenden çok daha karmaşık yapılar olabileceği düşüncesinden yola çıkarak nöral ağlar ile bu galaktik filamentleri karşılaştırmaya çalıştılar ve çok ilginç bir sonuçla karşılaştılar: Beynin ve galaktik ağların karmaşıklığı görsel benzerliğin ötesinde bazı yapısal benzerliklere de sahip. Ancak bu, sadece <a href="https://eksisozluk1923.com/entry/40805854" target="_blank">örüntü bazında görsel bir benzerlik</a> değil. Karşılaştırmaya göre, ortalama bir insan beynindeki toplam nöron sayısı, gözlemlenebilir evrendeki galaksilerin sayısıyla inanılmaz derecede aynı sayıya işaret ediyor: Yaklaşık olarak 100 Milyar. Beyin kütlesinin yüzde 80'inden fazlasını temsil eden Kortikal Gri Maddede yaklaşık 6 milyar nöron (nöronlarının yüzde 19'u) ve yaklaşık 9 milyar nöron dışı hücre, beyincikte ise yaklaşık 69 milyar nöron (beyin nöronlarının yüzde 80,2'si) ve yaklaşık 16 milyar nöron dışı hücre vardır [6+9+69+16=100]. Bu sayı gözlenlenebilir evrendeki galaksilerin sayısına yönelik en son tahminlerle inanılmaz <a href="https://nautil.us/the-strange-similarity-of-neuron-and-galaxy-networks-236709/#:~:text=In%20total%2C%20the%20number%20of%20galaxies%20within%20the%20observable%20universe%20should%20be%20on%20the%20order%20of%20100%20billion." target="_blank">derecede yakın</a>. </p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://assets.nautil.us/12782_f665651bcc641391820b462874c05e16.png" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="285" data-original-width="733" height="249" src="https://assets.nautil.us/12782_f665651bcc641391820b462874c05e16.png" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kozmik ağın simüle edilmiş görüntüsü (solda) ile beyincikteki nöronal cisimlerin gözlemlenen dağılımı (sağda). Kaynak: Ventana Medical System</td></tr></tbody></table><p style="text-align: left;">Araştırmacılar bu verilerle yetinmeyip evrenin ve insan beyninin bilgi/işlem kapasitelerini de karşılaştırmışlar: Gözlemlenebilir evrenimizi bir bilgisayarda simüle etmek isteseydik bunun gerekli işlemci kapasitesinin 1-10 petabyte arasında olacağını hesaplanmış. İlginçtir ki en güncel araştırmalara dayanarak ortalama bir yetişkin insan beyninin bilgi/işlem kapasitesinin ise yine <a href="https://nautil.us/the-strange-similarity-of-neuron-and-galaxy-networks-236709/#:~:text=Based%20on%20the%20latest%20analysis%20of%20the%20connectivity%20of%20the%20brain%20network%2C%20independent%20studies%20have%20concluded%20that%20the%20total%20memory%20capacity%20of%20the%20adult%20human%20brain%20should%20be%20around%202.5%20petabytes%2C%20not%20far%20from%20the%201%2D10%20petabyte%20range%20estimated%20for%20the%20cosmic%20web!" target="_blank">2.5 petabyte</a> civarından olacağını bulunmuş. Özetle, galaksiler ve beyin; özlerindeki materyal, sahip oldukları fiziksel mekanizmalar ve uzamsal hacim açısından devasa farklılıklara sahip olsalar da nöral ağlar ile kozmik galaksi ağları, bilgi teorisi açısından gizemli şekilde benzerdir.</p></div><p style="text-align: left;">Bir başka nisbi gariplik ise evrendeki madde/antimadde oranı ile insan beynindeki su/hücre oranıdır. Beynimizin kabaca %30luk kısmı sinir hücreleri iken %70i sudur. Gel gelelim; evrenin de %30 karanlık madde ve maddeden (%5 madde ve %27 karanlık madde), %70i ise nasıl bir şey olduğunu tam olarak bilmediğimiz karanlık enerjiden (%68) meydana gelmektedir. Ne kadar ilginç değil mi?</p><p style="text-align: left;">Özetle, yıldızlar biz insanlara düşündüğümüzden daha yakın, daha tanıdık olabilirler. Onlara her baktığınızda bu detayları anımsayarak asla yalnız olmadığınızı unutmamanız temennisiyle...</p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody><tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgv3i2Qkmizm91jGdOYtINWhKG0JzKT1pc-idzvtIw0ePxdMmUJ03D1D8LUbNB4Mg9HywKIUxJQnt2vOyUzvHhm2IZDAI2cS99Q3IONR8KbVoBsPiPdMlHwOYik8aR0J87ROlx4nCLCHJ5M/s426/sun+itself.gif" style="font-family: inherit; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="426" data-original-width="426" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgv3i2Qkmizm91jGdOYtINWhKG0JzKT1pc-idzvtIw0ePxdMmUJ03D1D8LUbNB4Mg9HywKIUxJQnt2vOyUzvHhm2IZDAI2cS99Q3IONR8KbVoBsPiPdMlHwOYik8aR0J87ROlx4nCLCHJ5M/w640-h640/sun+itself.gif" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption">"<i>Güneşe ve onun teskin edici parıltısına ... andolsun.</i>" (91:1)<br /><br /></td></tr></tbody></table><div><div style="text-align: center;">
<b>Teşekkür</b></div><p style="text-align: left;">Yazının terminoloji kontrolünü ve son okumasını yaptığı için Dr. Hasan Zühtü Okulu'ya teşekkür ederim. </p><div style="text-align: center;"><b>Kaynakça</b></div><div><ul style="text-align: left;"><li>Big Think (2016). Ask Ethan: How can we comprehend the size of the Universe? [Web Page]. <a href="https://bigthink.com/starts-with-a-bang/comprehend-size-universe " target="_blank">https://bigthink.com/starts-with-a-bang/comprehend-size-universe </a></li><li>Science Alert (2016). Scientists have found a bizarre similarity between human cells and neutron stars [Web Page]. <a href="https://www.sciencealert.com/scientists-have-found-a-structural-similarity-between-human-cells-and-neutron-stars">https://www.sciencealert.com/scientists-have-found-a-structural-similarity-between-human-cells-and-neutron-stars</a></li><li>Cohen, J. (2016). Scientists confirm a structural similarity found in both human cells and neutron stars [Web Page]. <a href="https://phys.org/news/2016-11-scientists-similarity-human-cells-neutron.html">https://phys.org/news/2016-11-scientists-similarity-human-cells-neutron.html</a></li><li>Vazzo, F. & Feletti, A. (2017). The strange similarity of neuron and galaxy networks [Web Page]. <a href="https://nautil.us/the-strange-similarity-of-neuron-and-galaxy-networks-236709">https://nautil.us/the-strange-similarity-of-neuron-and-galaxy-networks-236709</a></li><li>Potter, P. (2020). Similarities between the universe and the human body<br /> <a href="https://p2606322.our.dmu.ac.uk/2020/11/05/similarities-between-the-universe-and-the-human-body">https://p2606322.our.dmu.ac.uk/2020/11/05/similarities-between-the-universe-and-the-human-body</a></li><li>Vazza, F., & Feletti, A. (2020). The quantitative comparison between the neuronal network and the cosmic web. <i>Frontiers in Physics</i>, 8, 491. <a href="https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fphy.2020.525731/full?trk=public_post_comment-text">https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fphy.2020.525731/full?trk=public_post_comment-text</a></li></ul></div><div><div><br /></div></div></div></div></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com4Muğla, 48000 Menteşe/Muğla, Türkiye37.215374 28.3633948.9051401638211516 -6.7928560000000004 65.525607836178835 63.519644tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-65516168328278556502023-11-18T18:05:00.004+03:002023-12-13T13:16:34.084+03:00Zararlı İyimserlik ve Kanser<p><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #85abc9; color: #6fa8dc;">Toksik Pozitiflik Nedir?</span></p><p>Toksik (Zararlı) Pozitiflik (İyimserlik), zorlu olumsuzluklar karşısında pozitif veya güçlü kalabilmek amacıyla hissettiğimiz <i>örtülü</i> veya <i>açık</i> baskıdır. Toksik pozitiflik; bir arkadaş, aile üyesi ya da sağlık uzmanı gibi dış baskılardan kaynaklanabileceği gibi kişinin kendi kendine empoze etmesiyle de ortaya çıkabilir. Özellikle kanser gibi bir hastalıkla karşı karşıya kalındığında olumsuz düşünce ve duyguları yaşamak daha da zor olabilir.</p><p>Toksik pozitiflikle ilgili en büyük sorun, insanın veya çevresindekilerin belirli duygularının varlığını <i>inkâr </i>etmesidir. Olumsuz duyguları paylaşırken desteklenmeyen ve bu duyguları reddedilen kişiler yakınlarının sosyal desteğinden tam olarak yararlanamayıp yalnızlık duygusuna kapılmaları söz konusu olabilir.</p><p><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #85abc9; color: #6fa8dc;">Kanserli Kişiler Üzerindeki Etkileri</span></p><p>Toksik pozitiflik çoğu zaman olumsuz hisleri veya duyguları göz ardı etmekle ilişkilendirilir.Kanserli bireylere duygularının meşru veya geçerli olmadığını hissettirebilir ve ihtiyacı olan şeyin bu olmadığı mesajını verebilir. Ancak aslında kanserle baş etmeyi öğrenirken üzüntü, sıkıntı, korku ve kaygı gibi duygular oldukça normaldir ve paylaştıkça bu zorlu duyguları yönetmek daha kolay hale gelir.</p><p>Aşırı pozitif olmaya çalışmak; genel olarak insanlara, özellikle de kanser hastalarına çok zararlı olabilir. Çünkü bu süreç içinde hissetmeyi "<i>önceliklendirdiğimiz</i>" duyguların söylediklerinin gelecekte boşa çıkması veya geçersiz olması durumunda büyük bir hayal kırıklığı oluşturabilir. Sadece pozitif olma yönünde baskı hissettiğimizde zorlayıcı bir duygu ve düşünceleri ifade etmenin getirdiği terapötik rahatlamayı kendimizden mahrum bırakmış oluruz.</p><p>Bu olumsuz duyguların varlığını uzun süre boyunca göz ardı etmek yüksek düzeyde strese ve psikolojik sıkıntıya, kaygıya, depresyona ve travma sonrası stres bozukluğuna yol açabilir.</p><p><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #85abc9; color: #6fa8dc;">Toksik Pozitifliği Nasıl Aşabiliriz?</span></p><p>Toksik pozitiflik yerine bizi <i>büyüten/iyileştiren</i> bir iyimserlik inşa edebiliriz. Bunun ilk yolu; onu tespit edebilmektir. “<i>Olumlu kalmalıyım!</i>”, “<i>Yalnızca iyi duygular yaşarsam işler yolunda gider.</i>”, “<i>Eğer iyi şeyler düşünürsen, her şey yoluna girecektir.</i>” gibi düşüncelere sahipsek bu tür düşünceleri o an içinde tanımlamaya çalışmak ve bunların ne kadar gerçekçi, işlevsel ve esnek düşünceler olduğunu incelemek faydalı olabilir (Bu örnekler ise anlaşılacğaı üzere öyle değil). Ardından bu düşüncelerin alternatiflerini geliştirmek ikinci önemli adımdır. Örneğin; “<i>Zaman zaman iyi hissetmemem de normaldir.</i>”, “<i>Böyle hissetmek zor olsa da bu duygumu kabul ediyorum.</i>”, “<i>Mücadeleci olsam da bazen kötü şeyler başıma gelebilir. Bu her şeyin bittiği anlamına gelmez.</i>” Bu egzersizi kendi kendinize deneyebilirsiniz. Ancak eğer bu durumu kendi başınıza yürütemeyeceğiniz fikrine kapılırsanız -ki bu da normaldir- bir uzmandan yardım istenebilir.</p><p><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #85abc9; color: #6fa8dc;">Açık İletişimi Benimsemek</span></p><p>Zararlı pozitifliğin bir önlemi de olumsuz duygularınızı ve düşüncelerinizi hem kendinize hem de çevrenizdekilerle uygun bir şekilde ifade etmektir. Örneğin, toksik pozitiflikle karşı karşıya kaldığınızda "<i>Bu aralar mutlu/iyi/enerjik değilim. Ancak bu duygusal hal yaşadıklarımı kabul etmeme veya sindirmeme yardımcı oluyor.</i>" veya "<i>Şu anda kendimi iyi ya da mutlu hissetmiyorum. Lütfen benim bu duygumu yaşamama izin verin</i>” diyebilirsiniz. Eğer bu konuda bir sınır çizmenize rağmen çevrenizdekiler size saygı göstermiyorsa bu tür kişilerle çatışmayı sürdürmek yerine iletişiminizi sınırlamak da bir seçenek olabilir.</p><p><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #85abc9; color: #6fa8dc;">Destek Gruplarına Katılmak</span></p><p>Çevrenizdekilerin sizi yeterince anlayamadığını düşünebilirsiniz. Bunun için de oldukça gerçekçi gerekçeleriniz olabilir. Bu tür durumlarda yalnızlığınız size iyi geliyorsa ona sığınmak bir sorun değildir. Ancak yalnız kalmak size iyi gelmiyorsa (bunu en iyi siz bilirsiniz) sizinle benzer bir süreçte olan kişilerle bu zorlu deneyiminizi ve hislerinizi paylaşmak veya bunu bir grup terapisi altında güvenli bir alanda paylaşmak diğer seçenekler içerisindedir. Günümüzde bu tür taleplere yönelik olarak çevrimiçi destek grupları Türkiye’de yaygınlaşmaya başladı.</p><p><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #85abc9; color: #6fa8dc;">Kanserli Bireylerle Toksik Pozitifliğe Girmeden Nasıl Konuşabiliriz?</span></p><p>Kanserle mücadele edenlerle konuşurken onlara yardımcı olma isteğimiz ön plandadır. Evet. Ancak bu yardım etme arzusu bu yazıda anlatıldığı üzere zarar verici olabilir. empati ve anlayış ile konuşmak temel ilke olmalıdır. Bu kişilerle konuşurken konuşmaya empatiyle başlatmak önemlidir.</p><p>• Sizinle paylaştığı her konu için bir yanıtınız olmak zorunda değilsiniz. Sadece dinlemek yeterli olabilir. Bir süre sessizleşse bile sessizlikten korkmamaya, bu sessizliği bi şeyler söyleyerek doldurmak zorunda değilsiniz.</p><p>• Bundan sonra ne söyleyeceğinizi düşünmek yerine dinlemeye çalışın. Karşınızdaki kişi konuşurken söylediklerine dikkat edin.</p><p>• Her şeyin yoluna gireceğini söylememeye veya onları olumlu olmaya teşvik etmemeye çalışın. Sanki onların endişelerini dinlemiyormuşsunuz gibi gelebilir. İnsanların duyguları hakkında dürüstçe konuşmalarına izin vermek daha iyidir.</p><p>• Kişiye başkalarının hikayelerini anlatmak faydalı olmayabilir. Başkalarının kanserle ilgili deneyimlerini duymuş olabilirsiniz. Kanser herkes için farklıdır. İhtiyaç duydukları bilgileri zaten sağlık ekibinden alacaklardır.</p><p>• Empati göstermek faydalıdır. Konuşurken ağlamaya başlarlarsa "<i>Bunun senin için ne kadar üzücü olduğunu anlayabiliyorum. Bu gerçekten zor. Ama bil ki yanındayım.</i>" şeklinde konuşabilirsiniz. Eğer onlara yakınsanız fiziksel temastan da yararlanabilirsiniz.</p><div><br /></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-51880373017095093592023-10-24T17:38:00.010+03:002023-12-13T13:15:47.151+03:00Kendinizi Nasıl Affedebilirsiniz?<p></p><span style="text-align: center;"><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://images.aeonmedia.co/images/d3b0a57e-c9df-4bab-8872-20e2c5c141ad/original.jpg?width=750&quality=75&format=auto" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="750" data-original-width="750" height="750" src="https://images.aeonmedia.co/images/d3b0a57e-c9df-4bab-8872-20e2c5c141ad/original.jpg?width=750&quality=75&format=auto" width="750" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Aşkın Melankolisi (1866), Constant Mayer. Telif: Chicago Sanat Enstitüsü.</td></tr></tbody></table></span>Birkaç ay süren terapinin ardından Joe, konuşmaktan çekindiği bir yükü taşıdığını paylaştı. Konuşması için cesaretlendirdikten sonra dört yaşındaki kızına çok kötü davrandığını itiraf etti. Kızını kreşe hazırlamaya çalışmak gibi tipik olayların nasıl öfkesini tetiklediğini, onun kolunu sıkmak ya da ona bağırmak gibi sert davranmasına yol açtığını anlattı. Joe, kendisi küvette ağlarken soğukkanlılığını kaybetmesi ve oradan uzaklaşması gibi utandığı diğer davranışları da paylaştı. Çoğunlukla destekleyici ve sevgi dolu bir baba olmasına rağmen Joe (diğer bazı ayrıntılarla birlikte adı burada gizlilik amacıyla değiştirilmiştir) bu eylemlerin kızına ve ailesine zarar verdiğini biliyordu. Kendini affedip affedemeyeceğinden ya da nasıl affedebileceğinden emin değildi. <p></p><p>Çoğumuz deneyimlerimize dönüp baktığımızda başkalarına zarar verdiğimiz veya değerlerimizi ihlal eden bir şey yaptığımız zamanları çoğunlukla büyük bir pişmanlıkla hatırlayabiliriz. Pek çok insan, bu durumların bir veya daha fazlası için kendilerini affetmekte zorlanır ve büyük bir suçluluk yükünü omuzlarında taşırlar. Kendini affetme konusundaki klinik çalışmalarımızda ve araştırmalarımızda, çok çeşitli suçlarla mücadele eden bireylerle konuştuk: Evlilikte sadakatsizlik, öfke patlamaları, ergenlik çağındaki çocuklarla fiziksel ve sözlü olarak kavga etme, başkalarını manipüle etme ve uyuşturucu ile alkol bağımlılığının sonucu olarak hırsızlık yapma, ihtiyaç halindeyken aileyi veya arkadaşları terk etme.</p><p>Kendinizi affetmeden önce yanlış yaptığınız şeyle boğuşmak iyi bir şey olabilir; suçluluk duygusu sizi telafi etme gayretine ve yerleşik davranışlarınızı değiştirmeye motive edebilir. Ancak bazen kendini affetmek acı verici derecede ulaşılmaz görünebilir. Eğer sizin de durumunuz buysa 'Kendimi affetmeyi hak etmiyorum', 'Cezalandırılmayı hak ediyorum' gibi düşüncelere sahip olabilirsiniz. Ya da başka sebeplerden dolayı kendinizi affetmekte zorlanıyor olabilirsiniz. Örneğin, yaptığınız şeyle yüzleşme cesaretini toplayamazsınız ya da diğer kişiye ne kadar üzgün olduğunuzu kanıtlamak istersiniz.</p><p><b>Kendini affetmek, ilerlemek için geçmişinizi ele almakla ilgilidir</b></p><p>Uzun zamandır bu konuyla ilgilenen psikologlar olarak, insanların kendini affetme yönünde çalışmalarına yardımcı olacak bir süreç <a href="https://psycnet.apa.org/record/2015-00058-010" target="_blank">geliştirdik</a>. Süreç, Kendini Bağışlamanın Dört R'si adını verdiğimiz dört bölümden oluşur. Kendini affetmeye çalışırken kişi şunları yapar:</p><p></p><ul style="text-align: left;"><li><b>Responsibility/Sorumluluk:</b> Başka bir kişiye zarar vermenin sorumluluğunu üstlenme;</li><li><b>Remorse/Pişmanlık: </b>Pişmanlığını ifade etme (bir yandan da utancı en aza indirmeye çalışma);</li><li><b>Restoration/Telafi: </b>Telafi odaklı davranışlarla ve kişisel değerlere yeniden bağlılık yoluyla yeniden düzenlemeyle meşgul olma;</li><li><b>Respect/Saygı:</b> Kendine saygının, kendine şefkatin ve kendini kabulün yenilenmesini sağlama.</li></ul><p></p><p>Kendinizi affetmek, kendi eylemlerinize göz yummak, yaptıklarınızı unutmak veya bunların başkaları üzerindeki etkisini en aza indirmek anlamına gelmez. Gerçek kendini affetmek, hem sorumluluk almayı hem de öz şefkate doğru ilerlemeyi içerir.</p><p>Bu kılavuz yazıda bizim anladığımız şekliyle kendini affetme süreci için bir yol haritası sunacağız. Bu süreçteki adımlar, ister tek bir incitici hareket ister bir davranış örüntüsü olsun, diğer insanlara zarar veren vakaların hepsinde olmasa da çoğunda uygulanabilir (Kendine zarar vermenin, bizim tanımladığımız şekliyle, kendini affetmeyi daha az anlamlı hale getiren kendine özgü komplikasyonları vardır). Elbette, suçun ciddiyeti, bir kişiyi kendi değerleriyle ve önemsediği insanlarla yeniden temasa geçirmek için gereken emek miktarını etkiler. Ancak başka bir kişiyi veya başka insanları bir şekilde incittiğinizi fark ederseniz ve bunu yaptığınız için kendinizi kötü hissediyorsanız o zaman burada tanımladığımız sürece katılmanız faydalı olabilir.</p><p>Dört R yaklaşımı üzerine yapılan <a href="https://psycnet.apa.org/record/2015-18251-001?doi=1" target="_blank">bir çalışmada</a> sekiz hafta boyunca kendini affetme danışmanlığı alan bireylerde, almayan bireylere kıyasla önemli ölçüde daha fazla kendini affetme ve önemli ölçüde daha az kendini kınama görüldü. Dahası, tedavinin sonunda kendini affetme konusunda daha fazla gelişme gösteren kişilerin, iki ay sonra daha az psikolojik sıkıntı yaşadıklarını gösterdik. Kendini affetmek yalnızca incitici davranışlardan kurtulmaya yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda kaygı, depresyon ve ilişkilerdeki gerginlik düzeylerini azaltmaya da yardımcı olabilir.</p><p>Kendini gerçek anlamda affetmenin önemli bir önkoşulu, zararlı davranışın durmuş olmasıdır. Örneğin, Joe öfkesini ifade etmenin ve kontrol altına almanın daha başarılı yollarını bulduğunda ve bunu artık fiziksel ve duygusal olarak incitici şekillerde göstermediğinde kendini nasıl affedeceğini keşfetmeye hazırdı. Joe, geliştirdiğimiz süreç boyunca kendi yolunu bulmaya çalışarak sonunda kendini affedebilecek bir noktaya gelmeyi başardı.</p><p>Kendini affetme sürecine başlamak, bir daha asla hata yapmayacağınız anlamına gelmez. Ancak bu, yaptığınız şeyin yanlış olduğunu ve devam etmemeniz gerektiğini kabul etmek anlamına gelir. Bu, <b>sorumluluk alma</b>ya yönelik ilk adımdır; bu Kılavuzda inceleyeceğimiz ilk R'dir.</p><p><b>Ne yapmalı?</b></p><p><b>Davranışınızın sonuçlarını belirleyin</b></p><p>Büyüme ve iyileşmeye doğru ilerlemenin bir yolu olarak sorumluluk almanın en açık tanımlarından biri <a href="https://www.aa.org/the-twelve-steps" target="_blank">Adsız Alkolikler'in 12 adımı</a>nın dördüncüsüdür: 'bir arayış içinde olmak ve korkusuz bir ahlaki envantere sahip olmak'. Arayış ve korkusuz. Başka birine zarar vermek için ne yaptığınızı keşfetmek, bulabileceklerinizle ve nelerden sorumlu olabileceğiniz ile yüzleşme cesaretini gerektirir. Eylemlerin ve etkilerinin özgün bir şekilde değerlendirilmesi olmadan hiçbir suçluluğun çözümü gerçek olamaz veya davranışta değişikliğe yol açamaz.</p><p>Basit bir egzersiz, davranışınızın etkisini ortaya çıkarmanıza yardımcı olabilir. Temel prensip sonuçları belirlemek ve listelemektir. Hem sonuçların not edilmesi hem de bunların bir şekilde belgelenmesi önemlidir. Örneğin, sonuçları not kartlarına yazmak (her sonuç için bir tane) etkiyi görselleştirmeye yardımcı olabilir. Sonuçları tanımlamaya yardımcı olması için şu soruları göz önünde bulundurabilirsiniz:</p><p></p><ul style="text-align: left;"><li>En çok kimi incittim ve başka kim etkilendi?</li><li>Eylem(ler)im diğer kişinin itibarına/ilişkilerine/kendisine, başkalarına veya dünyaya bakışına ne şekilde zarar verdi?</li><li>Ne tür bir acıya neden oldum: fiziksel, duygusal/zihinsel, finansal, kişilerarası vb.?</li></ul><p></p><p>Sorumluluk almanın zorluklarından biri, kendinizi fazlaca veya çok az suçlamaktan kaçınmak, gerçekten sorumlu olduğunuzu alçakgönüllülükle kabul etmek ve gerisini bırakmaktır.</p><p>Bazen insanlar sebep olmadıkları zararların sorumluluğunu <a href="http://www.ijp.org.uk/shop/product.php?product=469#.ZAjCV3bMLb1" target="_blank">üstlenirler </a>veya küçük bir kusurdan dolayı kendilerini çok fazla suçlarlar. Birlikte çalıştığımız bir kadın, annesine, annesinin son davranışlarını incitici ve 'Tanrı'nın gözünde kötü' olarak nitelendirdiği sert ifadeli bir mektup gönderdiği için kendini affetmekte zorlandı. Danışan, güçlü ses tonu ve yargılayıcı ifadeleri nedeniyle kendini kötü hissetti. Ancak daha sonra annesinin hayatının büyük bir bölümünde ona kötü davrandığını açıkladı. Mektubun dilinin özellikle incitici olmamasının yanı sıra, kendi deneyimi bağlamında, beyanları, kendini ortaya koyma ve sınır belirleme açısından bir zafer olarak bile görülebilirdi.</p><p>Bunun tersine, diğer insanlar kendilerini daha az suçlama eğilimindedirler. Joe'nun kızına karşı kaba ve incitici davranışlarıyla karşılaştığında vereceği tepkiyi hayal edebiliyoruz. Suçluluk hissetmek ya da suçluluk duygusuyla baş etmek yerine, kendi kendine, eylemlerinin o kadar da kötü olmadığını ya da kendisinin ve kardeşlerinin kendi babalarıyla durumlarının çok daha kötü olduğunu söyleyebilir.</p><p>Her iki yol da -aşırı ya da çok az suçlama- gerçek kendini affetmeden <a href="https://psycnet.apa.org/record/2018-16054-011" target="_blank">uzak yollar</a>dır. İlki, yararsız bir utanç yaşama riskini artırır; ikincisi, düzeltici eylemi motive edebilecek suçluluğu azaltır veya gizler. Kendinizi affetmeye çalıştığınız davranışın belirli sonuçlarını belirlemek için zaman ayırmak, odaklanmanızı sağlayabilir ve aşırı veya az suçlama risklerinden kaçınmanıza yardımcı olabilir.</p><p><b>Kim olduğunuz ve ne yaptığınız arasındaki farkı anlayın</b></p><p>Davranışınızın sorumluluğunu alırken iyi insanların kötü şeyler yapabileceğini ve tek bir eylemin veya bir dizi eylemin sizi (veya başkasını) değerli bir kişi olarak sonsuza kadar geçersiz kılmayacağını hatırlamak önemlidir.</p><p>Bu fikir utanç ve suçluluk duygularıyla yakından bağlantılıdır. Utanç, kim olduğunuza dair duygunuzla ilgili olup son derece acı verici ve sakatlayıcı olabilirken (örneğin, diğer insanlardan kaçınmanıza neden olabilir), suçluluk belirli davranışlara odaklanır ve oldukça motive edici olabilir. Psikolog June Price Tangney ve çalışma arkadaşlarının <a href="https://www.guilford.com/books/Shame-and-Guilt/Tangney-Dearing/9781572309876" target="_blank">öne sürdüğü</a> gibi, utanç "kim olduğumla" ilgili bir sorun olduğunu söylerken suçluluk duygusu "yaptığım şeyle" ilgili bir sorun olduğunu söylüyor. Suçluluk hissetmenin merkezinde sorumluluk anlayışı yatmaktadır. Suçlu hissettiğiniz davranışın sizi tanımlaması gerekmediğini kabul etseniz bile bu, işleri düzeltecek eylemlere yol açabilir.</p><p></p><p>'Değerli bir insan olmak' ve 'başkalarına zarar veren bir kişi olmak' gibi zıt deneyimleri aynı anda yaşamanıza yardımcı olmak için 'bilge benlik' dediğimiz psikolojik duruma erişmeye çalışın. Bu durumda (diyalektik davranış terapisinde tanımlanan '<a href="https://www.youtube.com/watch?v=X_BmPxd0Eiw" target="_blank">bilge zihin</a>' kavramına benzer şekilde), hem duygularınızı hem de mantığınızı kullanırsınız ve çelişkili gelebilecek iki şeyin aslında her ikisinin de doğru olabileceğini kabul edersiniz. Bu şekilde düşünmek, geçmiş davranışlarınız üzerinde düşünürken savunmaya geçmekten veya kendinizi aşağılamaktan kaçınmanıza yardımcı olabilir.</p><p>Ayakları yere basan bir şekilde, sakinceve yargılamadan kendinize ve çevrenize odaklanırsanız bilge benliğinize ulaşmak daha kolaydır. Basitçe <a href="https://psyche.co/guides/how-to-breathe-your-way-to-better-health-and-transcendence" target="_blank">nefes alarak</a> başlamak ve nefesi fark etmek yardımcı olabilir. Yavaş, ölçülü nefes alma (nefes almak için birkaç saniye ayırın, ardından nefes vermek için aynı sayıda saniye ayırın ve tekrar edin) daha sakin, daha kabullenici bir ruh haline ulaşmanın temelini oluşturabilir.</p><p><b>Değerlerinizi listeleyin ve üzerine derince düşünün</b></p><p><b>Pişmanlık</b>, kendinizi affetme sürecinde sorumluluk almanın ardından gelir. Bu aşamanın amacı; duygularınıza eylemsizliğe, savunmaya ve daha fazla acıya yol açmak yerine eyleme ve iyileşmeye yol açacak şekilde yanıt vermektir.</p><p>Bu aşamaya bir temel oluşturmak için kendini olumlama yoluyla utanç duygularına kısa devre yaptırmak faydalı olabilir. Kendini olumlama, aynadaki ifadelerin basit bir şekilde tekrarlanması değildir ("Yeterince iyiyim", "Yeterince akıllıyım" vb.). Bunun yerine, olumsuz mesajlara karşı koymaya yardımcı olabilecek, benliğin olumlu yönlerine ilişkin farkındalığı artırmayı içerir.</p><p>Kendini onaylamanın yararlı tekniklerinden biri değerlerinizi belirlemektir. Başlamak için sahip olduğunuz değerlerin bir listesini yazın; bu liste 10 kadar çıkabilir. Şunu düşünün: Sizin için önemli olan nedir? Kararlarınıza ne yön veriyor? Neyi kutsal sayıyorsunuz? Değerlerinizden bazılarını belirledikten sonra bunları en önemliden en az önemliye doğru sıralayın. Daha sonra en yüksek değerinizi alın ve onu detaylandırın. Örneğin, 'başkalarına saygı', 'fedakarlık' veya 'alçakgönüllülüğü' en yüksek değeriniz olarak tanımlayabilirsiniz. Bunu detaylandırmak için, değerin düşüncelerinizi ve eylemlerinizi tipik olarak nasıl yönlendirdiğini, neye adandığınızı ve hayatınızı nasıl yaşadığınızı açıklayan bir paragraf yazabilirsiniz. Bu değerin yaşam tercihlerinizi ve kim olduğunuzu nasıl yansıttığına dikkat edin. Bu alıştırma, öz görüşünüzü genişletmenize ve pişman olduğunuz davranışları düşündüğünüzde kendinizi hasarlı veya yetersiz görme eğilimine karşı koruma sağlamanıza yardımcı olabilir.</p><p>Tamamlayıcı bir yaklaşım olarak yaşamınızda oynadığınız farklı roller üzerinde düşünmek faydalı olabilir. Kendinizi affetmekte zorlandığınız davranış romantik bir ilişki bağlamında gerçekleşmişse şu anda bu rol konusunda sıkıntı yaşıyor olabilirsiniz. Ama aynı zamanda çok iyi bir arkadaş, çalışan veya kardeş de olabilirsiniz. Kişisel değerlerin detaylandırılmasında olduğu gibi, oynadığınız farklı olumlu rollerin (ya da çok olumlu bir rolün) detaylandırılması, öz görüşünüzü genişletmenize yardımcı olabilir.</p><p><b>Kendi başınıza veya başkalarıyla birlikte pişmanlığınızı ifade edin</b></p><p>Yanlış yaptığınız bir şeyle ilgili duygular da dahil olmak üzere duyguları anlamlandırmanın en iyi yollarından biri onları ifade etmektir. İfade yoluyla duygular yeni, daha derin ve çoğu zaman daha incelikli anlamlar kazanır. Bir duyguyu tanımlamak aynı zamanda onunla birlikte gelen enerjinin bir kısmını da serbest bırakabilir.</p><p>Pişmanlık duygularını ve bunlarla ilişkili düşünceleri ifade etmenin birçok yolu vardır. İşte bazı örnekler:</p><p><i>O konu hakkında yazı yazın</i>: Pişman olduğunuz davranışla ilgili düşüncelerinize ve duygularınıza odaklanın ve bunları metinde basitçe açıklayın. Başlarken, kendinizi rahat hissettiğiniz kadar çok veya az yazın. Aşağıdaki soruları yanıtlamak yardımcı olabilir:</p><p></p><ul style="text-align: left;"><li>Olayın/olayların en kötü kısımları nelerdir?</li><li>Olay(lar)ı hatırladığımda ne hissediyorum?</li><li>Bu duygular ortaya çıktığında ne yapma eğilimindeyim?</li><li>Bu anılarla hangi düşünceler (kendim, durum, kırgın kişi veya önemsediğim diğer kişiler hakkında) ilişkilendiriliyor?</li><li>Eğer geri dönebilseydim neyi farklı yapardım?</li></ul><p></p><div><i>Duygularınızı ifade etmek için sanata başvurun</i>: Bazıları için duyguları düzyazı yoluyla anlatmak, diğer yaratıcı ifade biçimlerini kullanmaktan daha zordur. Sizin için de durum buysa çizim, resim, müzik veya şiir daha iyi seçenekler olabilir. Pişmanlığınızı ifade etmek için sahip olduğunuz eğilim veya becerilerden yararlanın.</div><div><div><i>Güvendiğiniz bir arkadaşınızla, aile üyenizle, akıl hocanızla veya psikolojik danışmanla konuşun</i>. Duygularınızı ve düşüncelerinizi sizi önemseyen birine anlatmak, deneyimlerinizi zihinsel olarak organize etmenize ve bunlarla ilgili duyguları düzenlemenize yardımcı olabilir. Bu öneri, durumu düzeltmeye çalışmadan veya sizi paçavradan kurtarmaya çalışmadan dinleyebilen insanlarda iyi bir şekilde çalışır. Onlardan sadece 'seni dinlemelerini' veya daha iyi hale getirmeye çalışmadan dinlemelerini istemeyi düşünün.</div><div><b>Doğrudan veya dolaylı olarak değişiklik yapmaya karar verin</b></div><div>Pişmanlık benimsenip ifade edildikten sonra iyileşme zamanı gelmiştir. <b>Restorasyon</b>, geçmişteki davranışların neden olduğu hasarı onarma girişimlerini ve aynı zamanda ihlal edilen kişisel değerlere yeniden yönelmektir.</div></div><div style="text-align: left;">Doğrudan düzeltmeler/telafiler mi, dolaylı düzeltmeler mi yoksa her ikisini de mi yapmanız gerektiğini düşünerek başlayın. Doğrudan düzeltmelerle, zarar gören birine bunu kişisel olarak telafi etmeye çalışırsınız. Kişiyle devam eden ve genel olarak sağlıklı bir ilişkiniz varsa bir tür doğrudan değişiklik genellikle faydalı olacaktır. Özür dilemek doğrudan düzeltmelerin bir türüdür ancak bunlara diğer kişiye kasıtlı olarak hakaret içermeyen ve değerlerinizle daha uyumlu şekilde davranmak gibi ek yaklaşımlar da dahil edilebilir. Örneğin Joe, kızına karşı sabırlı olmayı deneyebilir ve ona kitap okurken sevgiyle kucaklamalarını arttırabilir.<br />Tersine, eğer o kişiyle ilişkiniz suçunuzun ötesindeki nedenlerden dolayı kesilmişse veya gerginleşmişse, doğrudan düzeltmeye yönelik girişimleriniz diğer kişinin sıkıntısını artırabilir. Bu durumlarda, en azından restorasyona yönelik bir ilk adım olarak dolaylı değişiklikler daha uygun olabilir.<br />Dolaylı düzeltmeler, incittiğiniz kişiyi doğrudan sürece dahil etmeden, yaptığınız şeyi telafi etmeye yardımcı olmayı amaçlayan eylemlerdir. Örneğin, hastanede tek başına öldüğü için hasta annesiyle ilgilenemediği için pişman olan yetişkin bir kız evlat, hastane ziyaretçi merkezine bağışta bulunmak istediğine karar verebilir. Kendini hazır hissettiğinde, daha sonra hastanede gönüllü olarak çalışmaya, sevdiklerinin yanlarında olamadığı hastaların yanına gitmeye karar verebilir. Diğer dolaylı düzeltmeler, incittiğiniz kişiye nasıl davranmayı istiyorsanız, başkalarına da öyle davranmaya karar vermenizi veya hayatınızda eksik olan erdemleri (sabır, cesaret veya öz kontrol gibi) geliştirerek pişman olduğunuz davranışa katkıda bulunmayı içerebilir.<br />Genel olarak doğrudan telafi arzusunun sizin yararınıza mı yoksa karşı tarafın yararına mı olduğunu değerlendirmenizi öneririz. Diğer kişinin ihtiyaçlarını dikkate almadan, kendi suçluluğunuzu hafifletmenin bir yolu olarak doğrudan düzeltme girişimleri, daha fazla acıya yol açabilir ve bundan kaçınılmalıdır. Bazı durumlarda, öncelikle dolaylı düzeltmelere girişmek ve ardından diğer kişinin yararına olacak doğrudan düzeltmelerin gerekli olup olmadığını değerlendirmek en iyisidir.<br /><b>Restorasyon için bir plan yapın.</b></div><div><div>Değişiklikler yapmak ve değerlerinizle yeniden bağlantı kurmak, pişman olduğunuz eylemleri kişiliğinizin özünden daha da ayırmanıza, ilişkilerinizin ve öz saygınızın yararına <a href="https://psycnet.apa.org/record/2018-56799-001" target="_blank">yardımcı olabilir</a>. İşleri doğru yapmak ve değerlerinize yeniden yön vermek için bir plan oluşturmak için aşağıdaki soruları göz önünde bulundurun:</div><div><ul style="text-align: left;"><li><i>Telafi konusunda ne gibi hedefleriniz var?</i> Doğrudan veya dolaylı düzeltmelerin uygun olup olmadığını aklınızda tutarak hedeflerinizi düşünün. Hedefleriniz ne kadar spesifik olursa, onlara ulaşıp ulaşmadığınızı o kadar iyi görebilirsiniz. Örneğin Joe'nun genel hedeflerinden biri kızına daha fazla sabır göstermektir. Sabırla ilgili net bir hedef, aceleci hissetmemeleri için her gün yaklaşık 30 dakikayı özel olarak banyo zamanına ayırmak olabilir.</li><li><i>Hedeflerinize ulaşmak için önümüzdeki hafta hangi spesifik adımı veya adımları atabilirsiniz?</i> Genellikle başarı olasılığı nispeten yüksek olan bir adımla başlamanızı öneririz. Joe'nun atacağı spesifik adımlardan biri eşiyle oturup aile programını, 30 dakikalık banyo zamanlarına izin verecek şekilde biraz değiştirmek olabilir.</li><li><i>Gelecekte istek ve ihtiyaçlarınızı değerlerinizle uyumlu şekilde nasıl karşılayabilirsiniz?</i> Pişman olduğunuz davranışınızın, kendi içinde geçerli olan bazı temel istek veya ihtiyaçlarla bağlantılı olması, ancak değerlerinizi ihlal edecek şekilde karşılaşmış olmanız mümkündür. Durum buysa, ileriye yönelik bu istek veya ihtiyaçları karşılamanın alternatif yollarını düşünün. Örneğin, çalışanları tarafından saygı duyulduğunu hissetmek isteyen ve bunu daha önce davranışları kontrol ederek elde etmeye çalışan bir patron, çalışanlarına düzenli olarak saygı göstermenin, bunu kazanmanın iyi bir yolu olduğuna ve kendi değerleriyle tutarlı olduğuna karar verebilir.</li><li><i>Bu plan için nasıl sorumluluk oluşturabilirim?</i> Planınız yalnızca takip ettiğiniz kadar iyidir. Planınızı güvendiğiniz bir kişiyle paylaşabilir veya hedeflerinizi yazarak ve ilerlemenizi kendiniz kontrol etmek için bir tarih belirleyerek kendi sorumluluğunuzu geliştirebilirsiniz. Planınızı gerçekleştirmek ve planda gerektiği gibi ayarlamalar yapmak için bunu kullanın.</li></ul></div></div><div><div>Doğrudan telafilerin uygun olduğuna karar verdiyseniz, içten bir özür, onarım çabalarınızın bir parçası olabilir. Etkili bir özür, yaptığınız şeyin yanlış olduğunu bildiğinizi (belirli eylemlerin veya eylemsizliklerin adını vererek) ve yaptıklarınızın sorumluluğunu üstlendiğinizi açıkça ortaya koyacaktır. Ayrıca rahatsız edici davranışı tekrarlamama konusundaki kararlılığınızı da paylaşmalısınız. Pişmanlığınızın önemini göstermenin bir yolu olarak duygularınızı aktarabilirsiniz ancak duygularınızı, konuşma sırasında diğer kişinin sizinle ilgilenme ihtiyacı hissetmemesini sağlayacak kadar yönetmeye çalışın.</div><div>Bu aşamanın bir parçası olarak, bu Rehber'de daha önce belirlemenizi istediğimiz kişisel değerleri gözden geçirmenizi öneririz. Suçunuzla bu değerlerden bir veya daha fazlasını ihlal ettiğinizi fark edebilirsiniz. Bu değerleri yaşamanın restorasyon sürecinizin nasıl bir parçası olabileceğini düşünün.</div><div><b>Yeni yönünüz hakkında yazın ve düşünün</b></div><div>Bir suç/hatadan sonra suçluluk duygusu ve kendini yargılama, ahlaki gelişimi teşvik etmeye hizmet edebilirken etkili bir telafi sürecine giriştikten sonra kendinizi sürekli olarak eleştirmenin işlevsel bir nedeni yoktur. Kendini affetmenin, <b>yenilenme</b>nin son aşaması, kendini cezalandırmayı en aza indirmeyi ve kendinize saygı ve şefkatle davranmayı içerir.</div></div><div><div>Bu olumlu yönde ilerlemenize yardımcı olacak tekniklerden biri, sizin için önemli olan değerleri yaşamanın (büyük veya küçük) günlük örneklerini aramaktır. Geçmişteki hatalarınız nedeniyle ihlal edilen değerlere özellikle dikkat edebilirsiniz. Bu örnekleri her gün yazın ve haftalık olarak bunlar üzerinde düşünün. Örneğin Joe, kırılan bir oyuncağa üzüldüğünde kızıyla onun seviyesinde sakin bir şekilde konuşmak için diz çökmesi veya geceleri ona ikinci bir kitap okumak için fazladan beş dakika ayırması gibi örnekleri not edebilir. Değerlerinizi mükemmel bir şekilde yerine getiremeyeceğinizi kabul edin ancak her hafta 'daha iyi' olmak için çalışmaya devam edin.</div><div>Kendini affettirmek için bir mektup yazmak da faydalı olabilir. Eğer <a href="https://psyche.co/guides/how-to-be-kinder-to-yourself-by-practising-self-compassion" target="_blank">öz-şefkat</a> konusunda zorluk yaşıyorsanız, bunu yazarken nazik bir arkadaşınıza veya akıl hocanıza kanallık edin ve onların size ne söyleyeceğini hayal edin. Bu mektup doğrudan bir kendini affetme teklifini veya ifadesini içerebilir (örneğin, 'Sevgili [adınız], size af teklif ediyorum çünkü…') ve kendinizden duymanız gereken diğer şeyleri içerebilir. Mektup, duymanız gereken şeyi ifade edecek kadar uzun veya kısa olabilir. Örneğin, pişman olduğunuz eylemlerin üstesinden gelmek için attığınız adımları kabul edebilirsiniz. Ayrıca, değerlerinizi ileriye taşıyarak yaşama konusundaki kararlılığınızı da kendinize hatırlatabilirsiniz. Cesaretinizin kırıldığını hissettiğinizde bu mektuba geri dönün.</div></div><div>Son olarak bir terapistle konuşmayı düşünebilirsiniz. Terapinin, kendini affetmeye giden yolda her aşamada yardımcı olabileceğine <a href="https://psycnet.apa.org/record/2020-18136-001" target="_blank">inanıyoruz</a>. Ancak davranışınızla ilgili utanç veya düşük öz değerden kaynaklanabileceğini düşündüğünüz zor, devam eden duygularla mücadele ediyorsanız <a href="https://psyche.co/guides/how-to-pick-the-therapist-who-is-right-for-you" target="_blank">terapide</a> bu endişeler hakkında konuşmak yenilenme sürecinizde size yardımcı olabilir.</div><div><div><b><br />Anahtar noktalar – Kendinizi nasıl affedersiniz?</b></div><div><ol style="text-align: left;"><li><b>Çoğumuz zarar verdiğimiz zamanları hatırlayabiliriz. </b>Suçluluk ve üzerine derince düşünme değerli olabilir. Ancak bazen insanlar yaptıklarını kabul etmekte aşırı derecede zorlanırlar.</li><li>Kendini affetmek, ilerlemek için geçmişinizi ele almakla ilgilidir. Yaptığınız şeyden kaçınmak veya bunun üzerinde durmak yerine işleri düzeltmeye çalışmak, suçluluk duygusundan kurtulmanıza yardımcı olabilir.</li><li><b>Davranışınızın sonuçlarını tanımlayın. </b>Sorumluluk almak çok önemli. Eylemlerinizin belirli sonuçlarını abartmadan veya küçümsemeden tanımlayın.</li><li>Kim olduğunuz ve ne yaptığınız arasındaki farkı anlayın. İyi insanlar yanlış şeyler yapabilir. Hem eylemlerinizin sorumluluğunu kabul edebilir hem de bir kişi olarak değerinizin farkına varabilirsiniz.</li><li><b>Değerlerinizi listeleyin ve üzerinde düşünün. </b>Kim olduğunuzun olumlu temel yönleri (en önemli değerleriniz gibi) üzerinde düşünerek üretken pişmanlık için bir temel oluşturun.</li><li><b>Kendi başınıza veya başkalarıyla birlikte pişmanlığınızı ifade edin. </b>İster yazarak, ister sanatsal ifadeyle, ister sohbet yoluyla, pişman olduğunuz davranışla ilgili duygularınızı açığa çıkarın.</li><li><b>Doğrudan veya dolaylı olarak düzeltmeler yapmaya karar verin. </b>Bunu doğrudan birine telafi etmek çoğu zaman uygun olsa da bunun tavsiye edilmediği veya mümkün olmadığı durumlarda alternatifler vardır.</li><li><b>Restorasyon için bir plan yapın.</b> Değişiklik yapma hedeflerinizi, bu hedeflere doğru ilerlemek için özel adımları ve gelecekteki zararları önleyecek istek ve ihtiyaçlarınızı karşılamanın yollarını tanımlayın.</li><li><b>Yeni yönünüz hakkında yazın ve düşünün.</b> Değerleriniz doğrultusunda nasıl yaşadığınıza dair örnekleri not ederek ve/veya bir kendini affetme mektubu yazarak benlik duygunuzu yenileyin.</li></ol></div></div><div><div><b>Daha fazla bilgi</b></div><div><b>Birisi seni affetmediği zaman kendini affetmek</b></div><div>Bazı insanlar şunu merak ediyor: Eğer kırdığım kişi ya da insanlar tarafından affedilmediysem kendimi affetmek bencillik mi olur? Bazıları, karşısındaki tarafından affedilmeden önce kendini affetmeyi düşünmenin erken, sorumsuzca ve hatta belki de ahlaka aykırı olduğundan korkuyor. Başkaları sizi affetmemişken ve muhtemelen de affetmeyecekken siz nasıl kendinizi affetmeyi isteyebilirsiniz?</div><div>Birlikte çalıştığımız insanların çoğu bu düşüncelerle mücadele etti. Örneğin Richardo, yıllar önce yaşadığı ve evliliğini sona erdiren bir ilişkiden dolayı kendini affettirmek için bize geldi (Burada adı ve bazı detayları değiştirilmiştir). Yaptığı eylemler ve ayrılık sonucunda çocuklarıyla bağlantısı kopmuş, onların kendisiyle hiçbir ilgisi olmasını istememelerinden korkmuştur. Suçluluk duygusu ve acısıyla uğraşıp kendini affetmeye doğru ilerlerken eski karısının ve çocuklarının kendisine karşı hâlâ hatırı sayılır bir kırgınlık beslediği gerçeğiyle mücadele etti. Ancak onlara hiçbir zaman özür dileyerek ya da telafi etme çabasıyla yaklaşmadığını fark etti. Yaptıklarından duyduğu utanç onu geri tutmuş ve onlardan geri çekilmesine neden olmuştu.</div></div><div><div>Richardo, eylemleriyle ve bunun sonucunda ortaya çıkan duygu ve deneyimlerle yüzleşerek özür dileyebildi ve işleri düzeltmeye çalıştı. Richardo'yla çalıştığımız dönemde eski karısı onu affedememişti. Ancak çocuklarıyla ilişkisini onarmayı ve onların hayatlarına daha fazla dahil olmayı başardı.</div><div>Kendini affettirmek için incittiğin kişiden affetmenin şart olmadığını savunuyoruz. Öncelikle, incittiğiniz kişinin artık hayatta olmaması veya artık hayatınızda olmaması gibi, bunun imkansız olabileceği bariz durumlar vardır. Ancak affetmenin mümkün olduğu ancak sunulmadığı durumlarda bile kendini affetmek hala bir seçenektir. İncittiğiniz birinin sizi uygun gördüğü şekilde affetmeye veya affetmemeye hakkı vardır. Bu senin kontrol edebileceğin bir şey değil. Ancak yaptığınız hatalara karşılık olarak ne yapacağınızı kontrol edebilirsiniz. Dört R sürecinden ortaya çıkan kendini affetme, sorumluluk ve davranış değişikliğine dayanır ve bu kişisel gelişime ve daha iyi ilişkilere yol açsa da başkalarının tepkilerine ve duygularına bağlı değildir.</div></div><div>Richardo, eski karısının onu affetmemeyi tercih etmesine rağmen kendini affetmeye yöneldiğinde kendine bakış açısını 'bencil, aldatan eş'ten romantik bir ilişki içinde arzularını daha iyi ifade edebilen birine dönüştürebildi. Bu onu yeniden flört etme konusunda önünü açtı; yeni partnerine zarar verme korkusuyla kaçındığı bir şeydi bu. Richardo ayrıca çocuklarıyla arasını düzeltmeyi de başardı. Utancı ve kendini tecrit etmesi, onları şefkatli ve destekleyici bir babadan mahrum bırakıyordu. Kendini affetmek, onlara hak ettikleri bir şeyi vermenin yoluydu: İncitici eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen ve her şeyi düzelten kendini adamış bir baba.</div><div><div><b>Bağlantılar ve kitaplar</b></div><div><i>The Atlantic</i>'in <i>How to Start Over</i> podcast'inden, kendini affetmeyle ilgili<a href="https://youtu.be/SLdpOYCC3sc" target="_blank"> bir podcast bölümünde</a>, biri pişmanlık, diğeri ise kendini affetme üzerine olmak üzere iki uzmanla yapılan röportajlar yer alıyor. Aynı zamanda kişisel bir kendini affetme hikayesi de içerir.</div><div>Psikolog ve kendini affetme uzmanı Everett Worthington Jr, açık ve ilgi çekici <a href="http://www.evworthington-forgiveness.com/all-books/moving-forward" target="_blank">kitabı</a> <i>İleriye Doğru: Kendinizi Bağışlamak ve Geçmişten Kurtulmak İçin Altı Adım</i> (2013) kitabında yaklaşımını özetlemektedir. Kitap din ve Tanrı hakkında bazı tartışmalar içeriyor ancak tüm okuyucuların dindar veya manevi olduğunu varsaymıyor.</div><div>Bazen kendini affetmek, başkalarını affetme süreciyle yakından ilişkilidir.<i> Bağışlamak Bir Seçimdir: Öfkeyi Çözmek ve Umudu Geri Kazanmak için Adım Adım Bir Süreç</i> (2001) <a href="https://internationalforgiveness.com/product/forgiveness-is-a-choice/" target="_blank">kitabında </a>Robert Enright, araştırma ve klinik uygulamaya dayanarak insanların başkalarını affetmesine yardımcı olma yöntemini paylaşıyor.</div><div>Josh Galarza, '<i>Kendini Bağışlama Hayatımı Nasıl Kurtardı</i>' (2019) adlı <a href="https://www.youtube.com/watch?v=7hzA9jrmk7s" target="_blank">TEDx konuşmasında</a>, bir kişiyi geçmişteki incitici davranışlarından dolayı affetmek için nasıl mücadele ettiğini, ancak sonunda affetmenin değerini nasıl benimsediğini ve bunu yapması gerektiğini fark ettiğini anlatıyor. kendini de affet.</div><div>Başpiskopos Desmond Tutu ve kızı Mpho Tutu van Furth, Tutu'nun Güney Afrika'daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'na liderlik eden deneyimlerinden yola çıkarak bağışlama hakkında güzel bir <a href="https://www.harpercollins.com/products/the-book-of-forgiving-desmond-tutumpho-tutu?variant=32122225983522" target="_blank">kitap </a>yazdılar. <i>Bağışlama Kitabı: Kendimizi ve Dünyamızı İyileştirmenin Dört Katlı Yolu</i> (2014), bağışlamanın hem verilmesini hem de alınmasını inceliyor.</div><div>Geçmişteki davranışları nedeniyle kendini affetme mücadelesi çoğu zaman utanç duygularıyla bağlantılıdır. Önceki <a href="https://psyche.co/guides/how-to-cope-with-shame-by-understanding-where-it-comes-from" target="_blank">Psyche Rehberi</a> (<a href="https://www.hemrekocalar.com/2023/10/utancla-nasil-basa-cikilir.html" target="_blank">Türkçe Çevirisi</a>) '<i>Utançla Nasıl Başa Çıkılır</i>' (2022), utanç deneyimini derinlemesine araştırıyor ve onu tanımak ve onunla başa çıkmak için daha fazla egzersiz sunuyor.</div></div><div><br /></div><div><b>Yazarlar: </b></div><div><b>Nathaniel Wade</b>, Iowa Eyalet Üniversitesi'nde psikoloji profesörüdür. Bağışlama ve din psikolojisi, özellikle de danışmanlık ve terapi ortamlarında uygulanma biçimleriyle ilgilenmektedir. Ames, Iowa'da yaşıyor. </div><div><b>Marilyn Cornishis</b>, doçent ve Alabama'daki Auburn Üniversitesi'nde danışmanlık psikolojisi doktora programı eğitim direktörü. İlişkilerde affetmeyi ve kendini affetmenin yanı sıra psikolojik yardım aramanın getirdiği damgalamayı azaltmanın yollarını araştırıyor.</div><div><br /></div><div>Bu çevirinin İngilizce dilindeki özgün haline <a href="http://www.psyche.co">www.psyche.co</a> web adresindeki <a href="https://psyche.co/guides/how-to-forgive-yourself-and-move-past-a-hurtful-mistake" target="_blank">bu bağlantıdan</a> erişilebilir. </div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-79270821530977718972023-10-19T15:11:00.004+03:002023-12-13T13:15:37.435+03:00Utançla Nasıl Başa Çıkılır?<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://images.aeonmedia.co/images/772c7f16-759f-43e1-b717-51228eb95f82/original.jpg?width=750&quality=75&format=auto" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="750" data-original-width="750" height="750" src="https://images.aeonmedia.co/images/772c7f16-759f-43e1-b717-51228eb95f82/original.jpg?width=750&quality=75&format=auto" width="750" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kötü İşlerden Sonra (1885-90), Jean Béraud. Londra Ulusal Galerisi.</td></tr></tbody></table><p>Kendinizi sürekli olarak kötü, yıkılmış veya sevimsiz hissediyor musunuz? Bu yazıdaki araçlar kendinizle daha adil ve daha nazik bir şekilde ilişki kurmanıza yardımcı olabilir.</p><p><b>Bilmeniz Gerek</b></p><p>Utanç, acı verici ve karmaşık bir duygusal deneyimdir ve çoğu insanın hayatının bir noktasında katlandığı bir deneyimdir. Utanç deneyimi, beraberinde getirdiği zihinsel sıkıntının yanı sıra sıklıkla bedenlerimizde hoş olmayan duyguların (boğazda veya göğüste düğümlenme veya midede veya karında boşluk gibi) ve olumsuz, bilinçli düşünce ve inançların varlığını da içerir. (örneğin: <i>Bende bir sorun var, ya da batırdım, mahvettim</i>).</p><p>Belirli durumlara yanıt olarak geçici utanç (ya da 'kalıcı utanç') yaşamak yaygındır; bir kişinin çevresindekilerin kendisini bir şekilde küçümsemek ya da olumsuz biçimde yargılamak için bir nedenleri olduğunu düşünmesi buna örnek olabilir. Ancak birçok insan utançla sanılandan daha sık ve kalıcı bir şekilde baş etmeye çalışıyor. Utanmaya yatkınlığı (ya da 'kişilik özelliğine dönüşen utancı') yüksek düzeyde olanlar, hem başkalarının yanında hem de yalnızken farklı durumlarda utanç yaşarlar. Bu, uzun süreli acılara yol açma eğiliminde olan bir tür utançtır. Amacımız, bu rehber yazı aracılığıyla utanca odaklanarak bununla baş etmekte zorluk yaşayanlara yardımcı olmaktır.</p><p>Özellikle yapışkan ve kalıcı olan utanç birçok farklı yoldan kaynaklanabilir. Pek çok kişi, hayatlarının erken dönemlerinde ebeveynlerinden veya bakım verenlerinden aldıkları aşağılayıcı mesajlardan (açık veya örtülü) utanmayı içselleştirir. Bazıları için utancın kökeni fiziksel, sözlü veya duygusal istismar veya ihmalden kaynaklanmaktadır. Diğer insanlar, kimliklerinin başkaları tarafından reddedilen veya kendilerinin reddettiği yönleriyle ilgili utanç yaşarlar. Kalıcı utanç, kişinin kendisini bir şekilde 'kötü' veya 'kırık/bozuk' olarak görmesine neden olan diğer önemli yaşam deneyimlerinden de kaynaklanabilir.</p><p>Utancın daha kapsamlı bir resmini görmek için, hikayesi genel olarak gerçek kişilerin hikayelerine dayanan "Alexia" örneğini düşünün. Alexia, beyninde ve kişiliğinde bir sorun olduğuna dair yaygın bir duygu yaşar. Bu olumsuz benlik algısı, kısmen büyüdüğü istismarcı ve ihmalci ortamdan ve ayrıca okulda birkaç yıldır yaşadığı kronik zorbalığa bağlı olabilir. Alexia dünyayla öyle bir etkileşime giriyor ki eğer insanlar onun içeride kim olduğunu <i>gerçekten </i>görebilseydi, kimsenin onunla bir şey yapmak istemeyeceği inancını yansıtıyordu. Bu konudaki korkusu göz önüne alındığında, ilişkilerde genellikle mesafeli davranır ve birçok gerçek düşünce ve hissini gizler. Evde yalnız olduğunda tek başına oturmaya dayanmakta zorlanır. Sosyal medyada durmadan gezinir, duygusallaştığında yemeğe sarılır, aşırı uyur ve sessizlikte ortaya çıkabilecek düşünce ve duygulardan kaçınmak için TV'deki saçma realite programları ile dikkatini dağıtır.</p><p>Utanç, diğer bazı zorlu duygusal deneyimlere benzer, ancak önemli açılardan farklıdır da. Suçluluk, utanç gibi, bir yanlışlık veya kötülük duygusunu içerir. Ancak algılanan yanlışlığın veya kötülüğün kaynağı utanç ve suçluluk arasında farklılık gösterir. Odak noktası kişinin belirli bir eylemi veya davranışı üzerinde olduğunda bu <a href="https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/23712881/" target="_blank">suçluluk duygusu</a>dur. Eğer odak noktası kişinin kendisinin hatalı ya da kötü olması ise, bu daha çok utanç alanına girer. Bazen insanlar hem suçluluk duygusunu hem de utancı aynı anda yaşarlar. Bazıları utancın bu ikisinden daha acı verici olduğunu savunuyor ve <a href="https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/30075356/" target="_blank">çalışmalar </a>utancın zihinsel sağlık sorunlarıyla suçluluk duygusundan daha güçlü bir şekilde bağlantılı olduğunu öne sürüyor. 'Farkındalıkla ilgili duygular' olarak adlandırılan bir diğer duygu olan utanç, genellikle benliğe ilişkin daha derinlere yerleşmiş olumsuz inançları kapsama eğiliminde olan utançtan daha durumsal ve geçicidir.</p><p><b>Utancı tanımlamayı ve ona tepki vermeyi öğrenebilirsiniz</b></p><p>Utanç, kendimizi başkalarına kıyasla nasıl gördüğümüze ve başkalarının bizi nasıl algılayabileceğini ilişkin düşüncelerimize dayanır. Evrimsel bir perspektiften bakıldığında, hayatta kalma isteği (barınma, beslenme, üreme) uzun süredir "kişinin grubun bir parçası olarak kalma/ait olma yeteneğine" bağlı olmuştur. Her ne kadar insan varlığının doğası son birkaç yüz bin yılda oldukça değişmiş olsa da beynimiz hala bağlanma ve ait olma konusunda yapılandırılmıştır ve iyi oluşumuz büyük ölçüde sosyal ilişkilere ve topluluğa bağlıdır. Modern dünyada bile, utanç deneyimi (örneğin, hoş karşılanmayan saldırgan bir şey söylendikten sonra), sosyal normlarda yönümüzü belirlerken ve izolasyon yerine aidiyetin devamını sağlayacak şekilde davranmaya çalışırken bize rehberlik etmeye yardımcı olabilir.</p><p>Bununla birlikte sizde bir sorun olduğuna dair kronik ve yaygın bir duygu kalıbı ya da diğer insanların hak ettiği ilgiyi ve sevgiyi hak etmediğinizi hissetmek, ciddi acılara yol açabilir. Utanç; <a href="https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/21219057/" target="_blank">depresif </a>bozukluklar, <a href="https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/20591613/" target="_blank">anksiyete </a>bozuklukları, yeme bozuklukları, kişilik bozuklukları ile <a href="https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/10911359.2015.1059168" target="_blank">travma </a>ve stres etkenleriyle ilişkili bozukluklar da dahil olmak üzere bir dizi psikolojik bozuklukla güçlü bir şekilde ilişkilidir. Psikolojik bir bozukluğun tanı kriterlerini karşılamıyor olsanız bile, belirgin ve yaygın utanç; yakın ilişkiler, iş ve okul dahil olmak üzere yaşamın önemli alanlarını güçlü bir şekilde etkileyebilecek sıkıntıya, düşük öz saygıya ve izolasyon hissine katkıda bulunabilir. Utanç her ne kadar yaygın bir insan deneyimi olsa da sorgulanmadan ve kontrol edilmediğinde ciddi olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir.</p><p>Danışanlarımızla yaptığımız çalışmalarda düzenli olarak utançla uğraşan psikoterapistler olarak bu rehber yazıdaki amacımız, kronik utançla mücadele eden birçok bireye bir miktar umut ve düşünce için faydalı içerik sağlamaktır. İlk önce utanç ortaya çıktığında nasıl tanımlanıp isimlendirileceğini inceleyeceğiz ve ardından utancı hafifletmek için öz şefkati uygulamaya yönelik bazı kasıtlı adımlar atacağız. Bu önemlidir, çünkü kişinin acısına duyarlılık ve onu hafifletmeye yönelik derin bir kararlılık olarak <a href="https://jcompassionatehc.biomedcentral.com/articles/10.1186/s40639-017-0033-3" target="_blank">tanımlanan </a>öz şefkat, uzun zamandır utancın panzehiri olarak kabul edilmektedir. Utancın çoğu zaman kişinin kendisinin ya da başkalarının kendisini anlama ve yatıştırmaya yönelik temel bir ihtiyacın olduğuna işaret ettiğine inanıyoruz. Kendine şefkat, bu ihtiyaca uyum sağlamak, mevcut acının farkına varmak (birçok insan acıyla yüzleşmek yerine acıdan kaçınma veya onu bastırma eğilimindedir) ve onu nasıl dindireceğini bilecek bilgeliği kazanmakla ilgilidir.</p><p>Utançtan <i>uzaklaşmak </i>yerine ona <i>yönelme </i>pratiğiyle sıklıkla ortaya çıkan şey, aslında utancın kişinin deneyimleri ve geçmişi ışığında genellikle anlaşılabilir olduğunun ve ihtiyaç duyulan şeyin daha farklı, daha yararlı bir tepki verme ve bununla daha yararlı bir yol ile baş etme olduğunun farkına varılmasıdır. Zamanla, yaşadığınız utançla daha meraklı ve duyarlı bir şekilde etkileşime geçmeyi öğrenirseniz (örneğin, aşağıda özetlediğimiz bazı uygulamalar yoluyla), o utancın yoğunluğu ve hayatınız üzerindeki olumsuz etkisi azalabilir.</p><p><b>Ne yapmalı?</b></p><p><b>Utancın hayatınızda ortaya çıktığı anda farkına varın</b></p><p>Utanç deneyiminizin herhangi bir ögesi yaygın ve uzun süredir devam ediyorsa bırakın onu sorgulamayı, varlığını tanımlamak bile zor olabilir. Genel olarak konuşursak herhangi bir şeyi değiştirmenin ilk adımı, onunla ilgili farkındalığınızı geliştirmektir.</p><p>Eğer soluduğunuz hava kadar tanıdık hale gelirse hayatınızdaki utancı nasıl tanıyabilirsiniz? Çokça dikkat kesilerek. Bilişsel davranışçı terapide kullanılan müdahalelerden biri kendini izleme/takip etmedir: Düşüncelerinizin, duygularınızın ve/veya eylemlerinizin sürekli bir kaydını tutmak. Basitçe söylemek gerekirse bu, çeşitli durumlarda ortaya çıkan düşünceleri bir günlükte veya telefonunuzun notlar bölümünde (eğer daha kolaysa) listelemek anlamına gelebilir. Bakalım bu deneyi en az bir hafta kadar deneyebilecek misiniz? Utançla ilgili bir düşünceye sahip olduğunuzda - sizi bir kişi olarak kötü, bozuk veya kusurlu olarak gösteren herhangi bir şey - onu yakalayın, bir şekilde tanımlayın ve yazın. Terapistler olarak bizler utançla mücadele eden danışanlarla çalışırken daha önce sorgulanmamış gerçekler veya varsayımlar olarak kabul edilmiş olabilecek, kendileri hakkındaki eleştirel veya olumsuz inançları tespit etmek için onlara yeni (metaforik) antenler geliştirmelerine yardımcı oluyoruz.</p><p>Öyleyse, bir dahaki sefere kendi kendinize otomatik olarak "<i>Öf, ne kadar beceriksizim!</i>" gibi bir şey söylediğinizi fark ettiğinizde veya bir hata yaptıktan sonra üzüntü veya korku gibi bir duyguyu deneyimlemeye tepki olarak kendinizi "<i>Benim sorunum ne?</i>" şeklinde düşünürken yakaladığınızda biraz durup düşünmeye çalışın. Belki de edindiğiniz bir alışkanlığı eleştirmeye başladığınızda aklınız, "<i>Bu benim hatam, ben böyleyim.</i>" düşüncesine yönelme eğiliminde olabilirsiniz ve sizin için gerçek zamanlı olarak ortaya çıkan özeleştiri, kullandığınız dilde ve kendinizle ilişki kurma şeklinizdeki değişim fırsatlarını aydınlatmaya yardımcı olabilir.</p><p>Bu yakından ilgilenme süreci sayesinde birçok insan, kendilerini ne kadar sıklıkla ve ne kadar sert bir şekilde yargıladıklarını ve başkasını asla yargılamayacaklarını fark etmeye başlar. Bu yeni keşfedilen farkındalık düzeyi, kendi başına, kendinize karşı daha şefkatli bir duruşa davetiye çıkarabilir.</p><p><b>Utancınızın kökenlerini anlayın</b></p><p>Utancın ortaya çıktığını tespit etmeyi öğrenmenin yanı sıra, yetiştirilme tarzınızı, ilk bakım verenlerinizle olan ilişkilerinizi, okuldaki veya diğer sosyal ve toplumsal bağlamlardaki deneyimlerinizi düşünmek yararlı olabilir. Utancın kökenlerini keşfedin. Herkes için olmasa da pek çok insan için utancın kökleri yaşamın oldukça erken dönemlerine dayanır. Çoğu zaman, utanca büyük ölçüde katkıda bulunan koşullar, kişinin üzerinde kontrol sahibi olduğu şeyler değildir (örneğin, yoksullukla mücadele, ırkçılık, kişinin kimliğini veya görünümünü çevreleyen sosyal damgalama, duygusal veya fiziksel istismar, ihmal vb). Bu koşulların mevcut olmasından (veya belki de <i>hala </i>mevcut olmasından) sorumlu olmadığınızı fark etmeye ve kabul etmeye başlayabilirseniz bu, kendinizi suçlamaktan ve yersiz sorumluluklardan bir miktar kurtulmanıza yardımcı olabilir.</p><p>Yaşamınızın erken dönemlerinden kalma olası utanç kaynaklarını göz önünde bulundurmak, kendinizin genç versiyonuna şefkat göstermek için değerli bir fırsat sağlayabilir. Bu, basit ama güçlü ve doğrulayıcı bir tanımayla başlayabilir: "<i>Dokuz yaşında bir çocuk olarak farklı bir şey yapamazdım; bu onun hatası değildi; başına gelenlerden o sorumlu değil</i>." Aynı durumda olsaydı diğer insanların da muhtemelen sizinkine çok benzer hissedeceklerini kabul etmek de önemli olabilir. Bu, <i>ortak insanlığımızın</i>, yani hepimizin insan kulübünün bir parçası olduğumuzun farkına varma meselesidir. Bu kulüpte olmak hepimizin hayatında acı yaşayacağımız ve bu acının özünün ortak ve tanıdık olduğu anlamına geliyor.</p><p>Eskiden daha dinamik veya aktif biri olsanız bile, şu anda utanç verici olarak algıladığınız bir veya daha fazla durumda, kararlarınızın daha saf, daha az gelişmiş bir beyin ve sizin eski bir versiyonunuz tarafından verildiği gerçeğini göz ardı etmek çok kolaydır. Bazen şu anda bildiklerimizi kendimizin daha önceki ve daha az yetenekli versiyonlarına yansıtma eğilimindeyiz. Çocukluk döneminde utancın pekişmesine yol açan şeyin bir kısmı, bu gelişim döneminde ahlak hakkında tipik olarak düşündüğümüz karmaşıklığın olmayışı olabilir. Sonuç olarak, eğer birisi herhangi bir şekilde kötü kabul edilen bir şeyi düşünürse, yaparsa ya da sadece bununla ilişkilendirilirse, kötü olmama katkıda bulunmuş olabilecek koşullara, kişilere ve bağlama odaklanmak yerine sadece "<i>ben kötüyüm"</i> algısı kökleşebilir. </p><p>Çocuklardan ve yetişkinlerden, her birimizin içinde var olan ahlaki karmaşıklığı takdir etmeleri çok nadiren istenir ve bu muhtemelen büyük bir utanç, acı, kendini yargılama ve izolasyona katkıda bulunuyor. Tanınmış haham ve yazar Harold Kushner, <i>Living a Life That Matters</i> (2001) adlı <a href="https://www.panmacmillan.com/authors/harold-s-kushner/living-a-life-that-matters/9781447206392" target="_blank">kitabında </a>şunları yazmıştır:</p><blockquote><p><i>Her insanın iyi olma ve kötü olma eğilimlerine, yardımseverlik dürtülerine ve bencillik dürtülerine, dürüst olma arzusuna ve yalan söyleme arzusuna sahip olduğunu görüyorum. Bu eğilimler içimizde sürekli bir gerilim halindedir.</i></p></blockquote><p>İnsan olmanın ne olduğuna dair bu daha incelikli, şefkatli kavramsallaştırmayı benimsemek, kendinize dair sert yargılarınızı gevşetmenize ve kendiniz hakkında kapsamlı, olumsuz (ve muhtemelen doğru olmayan) genellemeler yapma eğiliminizi azaltmanıza yardımcı olabilir. Yaptığımız hataların sorumluluğunu üstlenebiliriz - ve üstlenmemiz de gerekir- ancak bunu kendimize lütuf ve anlayış hakkı tanıyarak da yapabiliriz.</p><p><b>Kendinize şefkat geliştirmek için kendinize danışın</b></p><p>Öz şefkat, özünde cesaret ve bilgeliği somutlaştırmakla ilgilidir: Acı veren şeye (örneğin utanç) yönelme cesareti ve bu acıyı elinizden gelen en iyi şekilde nasıl hafifleteceğinizi bilme bilgeliği.</p><p>Şefkat odaklı terapi uzmanı ve psikolog Russell Kolts, acı çeken insanları kendilerine şu tür sorular sormaya <a href="https://www.newharbinger.com/blog/professional/cft-made-simple-a-qa-with-russell-kolts/" target="_blank">teşvik ediyor</a>: "<i>Geçmişim ve kendim hakkında bildiklerim göz önüne alındığında, böyle hissetmem mantıklı mı? Ve bunu göz önünde bulundurursak şu anda bana ne faydası olur?</i>" Bu, anlayış ve şefkatle kendimize yeniden yönelmeyi gerektirir. Şu sonuca varabilirsiniz: Geçmişim göz önüne alındığında, şu andaki duygularım anlaşılır. Belki şu anda hissettiklerim hakkında yazmak için kendime biraz zaman ve alan vermek faydalı olabilir. Kendinize yönelik bu yeniden yönelim, açıkça o anda kendinizi desteklemenize izin verecek şekilde hareket etme taahhüdünü içerir. </p><p>Sizin için neyin yararlı olabileceği, kim olduğunuza, genel olarak ne tür başa çıkma stratejilerinin sizin için yararlı olduğuna ve mevcut durumun ne olduğuna bağlı olarak değişecektir. Utanç verici bir durumla karşı karşıyaysanız (örneğin, bir sohbette bir şey söylenmişse ya da belki bir şey okuyup ya da izlemişseniz ve bu kendinizle ilgili olumsuz inançlarınızı harekete geçirmişse), birkaç dakikanızı ayırıp bir görüşmeye gitmek faydalı olabilir. yürüyün, sakinleşin ve biraz perspektif kazanın. Belki bir dakikanızı ayırıp kendinize şu soruyu sorarsınız: "<i>Bunu düşünmenin başka yolları var mı? Şu anda kendim hakkında kapsamlı genellemeler yapıyor muyum? Kendimi belirli, aşırı basit bir şekilde mi etiketliyorum?</i>" Eğer utançla ilgili inançlar ortaya çıkarsa (örneğin, "<i>Bende bir sorun var"</i> gibi) ve yakın bir arkadaş, partner veya aile üyesi yanınızdaysa, belki de şunu fark edebilirsiniz: "<i>Şu anda, beni gerçekten önemseyen birinden bir sarılmaya/kucaklanmaya ihtiyacım var, veya onlara hissettiklerimi ve aklımdakileri anlatmanın faydalı olabileceğini söylemek iyi bir fikir olabilir.</i>"</p><p><a href="https://psyche.co/guides/how-to-be-kinder-to-yourself-by-practising-self-compassion" target="_blank">Kendine şefkat göstermenin</a> birçok yolu vardır ve sizin için erişilebilir ve yararlı olanı denemenizi öneririz. Kendinize bu şekilde özen göstererek, zihninizin sunduğu her şeye inanmak zorunda olmadığınızı ve zihninizi sakinleştirmenin o anda işinize yarayacak yollarını bulabileceğinizi öğrenmeye başlarsınız. Bir şeyin size yardımcı olup olmadığını değerlendirirken, dikkat etmeniz gereken şey hem vücudunuzu (örneğin, tuttuğunuz gerginlik, kalp atış hızınız veya nefes alış verişiniz gibi) hem de zihninizin (örneğin, sonrasında alternatif perspektifleri düşünmekte daha serbest misiniz?) nasıl etkilediğidir.Başka etkili bir uygulama, gün boyunca yavaşlamak ve farklı anlarda kendinize sormaktır: "<i>Şu an neye ihtiyacım var?"</i> Bu özellikle, kendinizi duygusal yeme, içme veya hatta başkaları hakkında kötü konuşma gibi sağlıksız başa çıkma stratejilerine yönlendirdiğinizde faydalı olabilir. Bu dürtünün altında yatan ihtiyacı düşünmek için bir an durup düşünmek, bu ihtiyacı tanıma, bir süzülme veya dikkatinizi başka yönlere çevirme, sakinleştirme veya bağlantı kurma ihtiyacınızı göz önüne alarak, ihtiyaçlarınızı karşılamak için diğer sağlıklı ve sürdürülebilir yolları düşünebilirsiniz. Bu, uzun vadede kendiniz hakkında daha iyi hissetmenizi sağlayabilir.</p><p>Öz şefkat denemesi yaparken yüksek utangaçlık düzeyine sahip insanlar genellikle kendilerinin veya başkalarının sevgi veya ilgiye değer olmadığına dair güçlü bir inançla karşılaşırlar. Utanç kökenlerine ve insanlığımıza olan ortak bağa bağlanmak, bu engeli aşmada yardımcı olabilir. Diğer herkes gibi, siz de sevgi ve iyilik <i>hak ediyorsunuz</i> (bu konuda sıradan bir şey yok, bu sert bir ifade gibi gelebilir, ama aynı zamanda doğrudur). Bazen hazır <i>hissetmeyi </i>veya hak etmeyi beklemek yerine kendimize nezaket ve sevgiyi hak ettiğimiz gibi <i>davranmamız </i>ve sadece olayları akışına bırakmamız iyi olabilir. Başlangıçta bunu denemek garip hissettirebilir ancak en azından kendinize yönelik bu yeni bakış açısıyla deneme yapmak zarar vermez.</p><p><b>Kendinize şefkatli bir mektup yazmayı deneyin</b></p><p>Öz-şefkat ile kendinize mektup yazmak, utancı tanımlamanıza ve kendinize karşı nazik, nazik ve rahatlatıcı bir ilgi göstermenize yardımcı olabilecek erişilebilir bir araçtır. Bu alıştırma sayesinde, yalnızca söylediklerinizin içeriğini değil, aynı zamanda kendinizle konuştuğunuz tonlamayı da değiştirerek, içsel olarak kendinizle konuşmanın farklı bir yolunu öğrenmeye başlayabilirsiniz. Deneyiminizin nasıl olduğunu görmek için egzersizi bir kez deneyebilirsiniz. Belki bunu kısa bir günlük uygulama haline getirmeye karar vereceksiniz ya da utançla ilgili inançların ortaya çıktığını ve özeleştiri ya da kendini suçlamayla karşılık verme eğilimini fark ettiğinizde buna yöneleceksiniz.</p><p>Yazmaya başlamadan önce, utandığınız veya özeleştiri yaptığınız bir şeyi bir an düşünün. Şimdi, yakın bir sevdiğinizin veya hayatınızda değer verdiğiniz bir kişinin size geldiğini ve kendisinin de aynı sorunla mücadele ettiğini paylaştığını hayal edin. Onlara bir mektup yazsanız onların mücadelesini nasıl doğrularsınız? Deneyimlerini 'düzeltmeye' çalışmadan, ancak bu süreçte onlara eşlik etme konusundaki anlayışınızı ve istekliliğinizi göstererek, oldukları yerde onlarla nasıl tanışırsınız? Bu mektuptan ne duymalarını, hissetmelerini ve anlamalarını istersiniz?</p><p>Hazır olduğunuzda bu kişiye mektubunuzu yazmaya başlayabilirsiniz. Aklınıza geleni yazmak ve ifade etmek için kendinize yaklaşık 10-15 dakika verirseniz bakın ne olur? Mektubun uzunluğu daha az önemli olan kısımdır. En önemlisi, yavaşlamanız ve kendinizin, mücadele eden başka biriyle nasıl tanışacağını bilen bu bilge, cesur, şefkatli versiyonunuzda yaşamak için biraz zaman ayırmanızdır.</p><p>Mektubu yazdıktan sonra baştaki ismi kendi isminizle değiştirin. Mektubu – bu sefer <i>size</i>, <i>sizden </i>gelen bir mektup olarak – yavaş yavaş kendinize, yumuşak ve şefkatli bir ses tonuyla, sessizce veya yüksek sesle okuyun.</p><p>Yanıt olarak aldığınız tepkilere dikkat edin. Çoğu zaman, insanlar bu alıştırmayı ilk kez yaptıklarında, öz-yargılama ve özeleştiri duygusu ortaya çıkar: "<i>Bu zordu; bu aptalca ve tuhaf geliyor. Kendime inanmıyorum.</i>" Bu düşünceler son derece normaldir ve insanları onlara yer açmaya ve egzersizi daha sonra veya ertesi gün tekrar yapmaya çalışmaya teşvik ediyoruz. Birçok kişi ilk kez denedikleri anda bu egzersizden çok etkilendiklerini hissediyorlar. Bazen yazarın kendine ne kadar sert davrandığını fark etmesini sağlar ve bunun üzüntüsünü kabul ederken kendine şefkat hissedebilir. Bazıları, mektuplarını okuduklarında benliklerinin ulaşılmaz olduğuna inandıkları daha akıllı, daha nazik, daha şefkatli bir kısmının aslında mevcutmuş gibi olduğunu ve bunun derinden motive edici olabileceğini deneyimliyorlar.</p><p><b>Kendinizin halihazırdaki farklı yönlerini tanıyın</b></p><p>Utancı gidermenin ve utancı hafifletmenin bir başka yolu da bir duruma karşı çelişkili tepkiler verebilecek farklı yönlerinize yer açmaktır. Örneğin, zorlayıcı duyguların ortaya çıktığı bir durumda, bir parça kağıt alıp mevcut temel duyguları (örneğin kaygı, utanç, öfke vb.) not edebilirsiniz. Her duygu için, o duyguyla birlikte otomatik olarak ortaya çıkan bir düşünceyi tanımlayıp tanımlayamayacağınıza bakın. Örneğin: "<i>Kaygılı halim bunu kaldıramayacağımı söylüyor ya da utanan tarafım bu şekilde hissettiğim için bende bir sorun olduğunu söylüyor ya da öfkeli halim cezalandırılmayı hak ettiğimi söylüyor.</i>"</p><p>Bu düşüncelerin bazılarını tanımlayabildiğinizde bahsettiğimiz şefkatli benlikten yararlanıp yararlanamayacağınıza bakın ve bu ifadelerin her birine (zihninizde veya kağıt üzerinde) anlayış ve özenle yanıt verip veremeyeceğinizi görün. <i>Şefkatli benliğiniz kaygılı benliğinize ne derdi? </i>Belki şöyle bir şey olabilir: "<i>Bunu atlatamayacağınızdan korkman anlaşılabilir. Bu korkuyu daha önce de yaşadınız ve sonunda üstesinden gelmeyi başardın. Peki ya utanan halin? Şu anda bu şekilde hissetmen mantıklı ve biliyorum ki senin yerinde olsa pek çok kişi de bu şekilde hissedecektir. Peki ya kızgın benlik? Belki de bu zorlu duyguların üstesinden gelmeye yardımcı olmak için kendimizi cezalandırmanın dışında düşünebileceğimiz bir şey vardır.</i>"</p><p>Bu, karmaşık durumlarda farklı tepkiler için kendinize yer açmanın ve genellikle kendinizle ilgili olduğunuz mesaj ve tonu değiştirme pratiği yapmanın yararlı bir yolu olabilir. Aşağıdakileri fark ettiğinizde bu strateji hem utanç verici hem de güçlendirici olabilir: 1) farklı, güçlü duygular deneyimlemek sorun değildir; ve 2) zorlu bir anı, alıştığınızdan daha öz-destekleyici bir şekilde kendinize yardımcı oldunuz.</p><p><b>Utancınızı güvenli ilişkiler bağlamında paylaşın</b></p><p>Utançla mücadele eden insanlar genellikle, başkalarının neden utandıklarını bilselerdi kabul edilmeyeceklerine ve daha da kötüsü, tamamen reddedilebileceklerine inanırlar. Utancın yalnızlık döngüsünü nasıl sürdürdüğünü görmek kolaydır. Utanç sessizlik ve izolasyonla gelişir, ancak maruz kalma ve bağlantı kurmayla birlikte kaybolur. ABD'li yazar Ann Voskamp'ın belirttiği gibi: 'Hikâyeler güvenli yerlerde anlatıldığında utanç ölür.' Utancımızı paylaşmak, kendimizde algıladığımız kusurlara rağmen başkalarının bizi kabul edeceğini fark etmemize yardımcı olabilir. Dahası, paylaşım çoğu zaman başkalarının açıldığı ve deneyimlerimiz ile gerçekten ilişki kurduğu bir alan sağlar; bu da yalnızlık duygusunu azaltır ve başkalarına açılma konusundaki güvenimizi artırabilir.</p><p>Bu bağlantı sürecinin anahtarı, deneyimlerinizi veya endişelerinizi paylaşacağınız güvenilir kişileri belirlemektir. Zamanla, daha az riskli hissettiren kendini ifşa etmeler/açığa vurmalar ile başlayarak (örneğin, <i>kaygıyla epeyce mücadele ettim</i>) ve sizin için taşıdıkları ağırlığa göre değişen yönlerinizi paylaşmayı deneyebilirsiniz ve bunun olup olmadığını belirlemek için verecekleri tepkiyi ölçebilirsiniz. Daha fazla açıklama yaparsanız yararlı ve destekleyici görünebilir (örneğin, <i>büyürken gerçekten zor şeyler yaşadım…</i>) Size güvenilir bir şekilde sevgi ve ilgi gösteren bir yakınınızla paylaşmayı düşünebilirsiniz.</p><p>Eğer böyle bir sohbeti başlatmakta zorlanıyorsanız şöyle bir şey söyleyerek başlayabilirsiniz: "<i>Baksana, aklımda biraz zaman olduğunda seninle paylaşmanın faydalı olabileceği bir şey var.</i>" Konuşma sırasında, karşınızdaki kişinin sizi olumsuz algılayıp algılamadığını merak etmeye başlarsanız şunu söylemenizde bir sakınca yoktur: "<i>Bunu paylaşmama vereceğiniz tepkileri merak ediyorum</i>" veya "<i>Bu şekilde hissetmenizle bir bağ kurabiliyor musunuz?</i>" Bu, diğer kişiye, sizin hakkınızda kötü düşündüğü korkusunu hafifletebilecek geri bildirimde bulunma fırsatı verir.</p><p>Yaşadığınız bölgede <a href="https://psyche.co/guides/how-to-pick-the-therapist-who-is-right-for-you" target="_blank">bir terapist bulmayı</a> düşünmek de yararlı olabilir. Bir terapist güvenilen kişi olarak hizmet edebilir ve terapi, utanç da dahil olmak üzere zorlayıcı duygular ve deneyimler hakkında konuşmanın nasıl bir his olduğunu keşfetmek için yararlı bir alan sağlayabilir.</p><p>Bir terapi grubunu veya destek grubunu da denemeyi düşünebilirsiniz. Bunlar bireylerin bir araya gelmesine ve utanç gibi ortak deneyimleri tartışmasına yardımcı olmak için tasarlanmış gruplardır. ABD'de depresyon ve anksiyete gibi utancın da birlikte ortaya çıkabileceği zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadele eden insanlara hem sanal hem de yüz yüze destek grupları sunan iki kuruluş, <a href="https://www.dbsalliance.org/support/chapters-and-support-groups/find-a-support-group/" target="_blank">Depresyon ve Bipolar Destek İttifakı</a> ve <a href="https://www.nami.org/Support-Education/Support-Groups" target="_blank">Ulusal Akıl Hastalıkları İttifakı'</a>dır (ABD dışında yaşıyorsanız, yakınınızda hizmet sunan benzer kuruluşları arayabilirsiniz). Ancak, utançla mücadele eden insanlara fayda sağlayabilecek birçok farklı türde terapi ve destek grubu vardır. Bazı gruplar belirli konulara (ör. dışlanmış kimlikler, travma, kaygı, depresyon veya kayıp ve keder) odaklanırken, diğerleri yaş grubuna dayalıdır veya farklı bir odak noktasına veya temaya sahip olabilir. Terapistinize (varsa) sormak, yerel bir terapi kliniğine ulaşarak onların tanıdığı gruplar hakkında bilgi almak veya yerel terapi grupları için internette arama yapmak, size uygun olabilecek birini bulmanıza yardımcı olabilir.</p><p><b>Ana Vurgular:</b></p><p><b>Önemli noktalar – Utançla nasıl başa çıkılır?</b></p><p>1. Utanç, yaygın ve acı verici bir duygusal deneyimdir. Sende bir sorun olduğu ya da bir şekilde kırılmış ya da kusurlu olduğun hissine odaklanma eğilimindedir.</p><p>2. Utancı tanımlamayı ve ona tepki vermeyi öğrenebilirsiniz. Pek çok insan kalıcı ve yaygın bir utanç modeli yaşar. Utanç duygusunu kendine şefkatle karşılamayı öğrenmek, bu kalıbı değiştirmenin anahtarıdır.</p><p>3. Utancın hayatınızda ortaya çıktığı anda farkına varın. Utançla ilgili düşüncelerin bir kaydını tutmak, kendinizle nasıl ilişki kurduğunuz ve kendinizle nasıl konuştuğunuz konusunda size fikir verebilir.</p><p>4. Utancınızın kökenlerini anlayın. Çocukluktaki kötü muameleden sosyal damgalanmaya kadar birçok deneyim kronik utancın oluşmasına katkıda bulunabilir. Kontrolünüz dışında olan koşulları kabul etmek faydalı olabilir.</p><p>5. Kendinize şefkat geliştirmek için kendinize bakın. Sıkıntılı olduğunuzda kendinize neyin yararlı olabileceğini veya belirli bir anda neye ihtiyacınız olabileceğini sormak, başa çıkmanın daha iyi yollarını keşfetmenize yardımcı olabilir.</p><p>6. Kendinize şefkatli bir mektup yazmayı deneyin. Önemsediğiniz birine yazılan bir mektup (daha sonra yeniden çerçevelenip kendinize bir mektup olarak okunarak) kendinizle daha nazik, daha şefkatli bir şekilde ilişki kurma kapasitesini uyandırmaya yardımcı olabilir.</p><p>7. Kendinizin mevcut olan farklı kısımlarını kabul edin. Zor bir durumda verebileceğiniz çeşitli tepkileri tanımlayın ve her biri için doğrulayıcı, öz şefkatli bir yanıt oluşturun.</p><p>8. Güvenli ilişkiler bağlamında paylaşın. Utanç sessizlikten beslenir ve gücü utançtan geri almanın en etkili stratejilerinden biri, güvendiğiniz insanlarla bu konudaki deneyiminiz hakkında konuşmaktır.</p><p><b>Daha fazla bilgi</b></p><p><b>Utanç hiç yardımcı olur mu?</b></p><p>Utançtan kaynaklanan güçlü, olumsuz öz inançlara sahip olmak kesinlikle yararsız olsa da (örneğin, aslında kötü ya da sevilmez olduğunuza inanmak), utancın bazen üretken bir işlev görüp görmediğini merak ederken bulabilirsiniz. Örneğin, bazı insanlar utancın onları değişmeye veya belirli hedeflere ulaşmaya motive etmeye yardımcı olduğuna inanıyor.</p><p>Bazen duruma özgü utancın, zararlı davranışları azaltmaya ve olumlu sosyal davranışları teşvik etmeye yardımcı olabileceği doğrudur. Sigara içme örneğini ele alalım. Uzun yıllar boyunca bu sosyal olarak kabul edilebilir bir davranıştı; insanlar işyerinde, restoranlarda ve uçaklarda sigara içiyordu. Sigara içmenin sağlığımıza zararlı olduğu geniş çapta kabul edildikten sonra, caydırıldı, birçok ortamda yasa dışı hale getirildi ve artık başkaları tarafından sıklıkla olumsuz olarak değerlendirilen bir davranış haline geldi. Düzenli olarak sigara içiyorsanız ve bu sosyal damgalanmaya karşı duyarlıysanız, sigarayla ilişkilendirilmek bile kendinizi bir bakıma hatalı veya kötü hissetmenize neden olabilir (yaptığınız bir şeyin yanlış veya kötü olmasından dolayı suçluluk duymanızın aksine). ). Bu deneyim, davranışınızı gizlemeye başlamanıza ve hatta sigarayı bırakmak için adımlar atmanıza neden olacak kadar güçlü olabilir.</p><p>Utanç kaynaklı bir değişim süreci aynı zamanda sahip olduğumuz diğer düşünce ve inançları da etkileyebilir. Örneğin, belirli bir siyasi inanca sahip olmaktan utanç duyabilirsiniz ve bu da sizi alternatifleri keşfetmeye teşvik eder. Sosyal utanç içselleştirildiğinde bireysel düzeyde değişimi güçlü bir şekilde motive edebilir; bu da birçok güçlü etki gibi hem olumlu hem de olumsuz etkilere sahip olabilir.</p><p>Akılda tutulması gereken önemli nokta, utancın değişim için tek (hatta en iyi) motivasyon kaynağı olmadığıdır. Kronik ve yaygın hale geldiğinde yararlı olması özellikle olası değildir. Bir eşeği şehrin diğer ucuna taşıma metaforunu ele alalım: Bir eşeği bir sopayla döverek veya bir havuçla kandırarak istediğiniz yöne doğru hareket etmesini sağlayabilirsiniz. Bazı nedenlerden dolayı çoğumuz, kendimizi bir hedefe doğru çalışmaya motive etmek için büyük, dikenli bir sopaya ihtiyacımız olduğu fikrine kapıldık ve kendimizi nazikçe ve sevgiyle cesaretlendirmeye ya da ceza yerine ödüle başvurmaya yönelik çok fazla pratiğimiz yok. Burada amaç hangi yöntemin daha etkili olduğunu tartışmak değil. Değişimi nasıl yönlendireceğimiz konusunda seçimlerimizin olduğunun farkına varmak ve bize sürdürülebilir bir şekilde hizmet eden motivasyon türlerini benimseyebilmektir.</p><p>Yazarlar: <b>Michaela B. Swee</b> & <b>Susan Murray </b></p><p><b>Michaela B Swee;</b> Belmont, Massachusetts'teki McLean Hastanesi Travma Sürekliliğinde klinik psikolog ve Harvard Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü'nde psikoloji eğitmenidir. Korkuya dayalı bozuklukların araştırılması ve tedavisinde ve tedaviye kabul, farkındalık ve şefkat odaklı yaklaşımlarda uzmanlaşmıştır.</p><p><b>Susan Murray</b>; San Diego'daki Kaliforniya Üniversitesi Yeme Bozuklukları Tedavi ve Araştırma Merkezi'nde klinik psikolog ve doktora sonrası araştırmacıdır.</p><p>Bu yazının özgün haline İngilizce dilinde <a href="http://psyche.co">psyche.co</a> web sitesindeki <a href="https://psyche.co/guides/how-to-cope-with-shame-by-understanding-where-it-comes-from" target="_blank">bu adresten</a> erişebilirsiniz. </p>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-38379194888198288432023-08-29T12:42:00.008+03:002023-08-29T12:46:04.721+03:00Maymun Zihni EhlileştirmekSıradan bir iş gününün sıradan bir anında bedeni biraz dinlendirmek için yaptığın işi bir kenara bırakır ve soluk almak istersin. Gel gör ki zihin yerinde durmaz. Çevresinde gördüğü, duyduğu bir şeyden veya içsel bir uyarıcının kıvılcımıyla bir düşünce meydana getirir. Sonra o düşünceden ilişkili veya ilişkisiz bir başka düşünceye zıplar, oradan da bir başkasına geçer. Bıraksanız bıkmaksızın düşünceden düşünceye akar gider. Budistler buna <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Monkey_mind" target="_blank">Maymun Zihin</a> adını vermiş: Yerinde duramayan, kararsız, huzursuz, kaotik bir zihinsel hal. Onlara göre, maymun zihin ehlileştirilmediği sürece insanın bütüncül bir iyilik haline erişmesi mümkün değildir. Bu spontan <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Stream_of_consciousness" target="_blank">bilinç akışı</a> hali; genellikle odaklanmayı gerektirmeyen, zihinsel olarak "askıda kaldığımız" anlarda daha çok kendini gösterir. <div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnQEnhUZonnChnWgaqkRSA9bAx7HSq3nUy5Mbj1xY6xtir17HUL23x0xKD8RpHc6g5133MetgsKR3_dw6Of3Vqifqqn5lAn2La9rU530yFMI3kJaOY3yxBKZZUzcK_aX-fiYdpMarlhklZAWJMq-ODjUc4n4puvtJTPqE0ulmcXu2Bgxo1LbfDCz7MTikQ/s1000/hek2.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="588" data-original-width="1000" height="376" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnQEnhUZonnChnWgaqkRSA9bAx7HSq3nUy5Mbj1xY6xtir17HUL23x0xKD8RpHc6g5133MetgsKR3_dw6Of3Vqifqqn5lAn2La9rU530yFMI3kJaOY3yxBKZZUzcK_aX-fiYdpMarlhklZAWJMq-ODjUc4n4puvtJTPqE0ulmcXu2Bgxo1LbfDCz7MTikQ/w640-h376/hek2.png" width="640" /></a></div><div><div><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/57/Default_Mode_Network_Connectivity.png/300px-Default_Mode_Network_Connectivity.png" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="681" data-original-width="300" height="320" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/57/Default_Mode_Network_Connectivity.png/300px-Default_Mode_Network_Connectivity.png" width="141" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">VMA Aktivasyonu</td></tr></tbody></table><br /><div>Sinirbilimde bu fenomenin karşılığı, <i>beynin otomatik pilotu</i> olarak da adlandırılan <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Default_mode_network" target="_blank">Varsayılan Mod Ağı</a>dır (Default Mode Network). VMA; belirli bir göreve odaklanmadığımızda aktif olan bir grup beyin bölgesidir. Bu ağ, bir grup araştırmacının tesadüfen bir çalışmalarında keşfettikleri bir bulgudur. Çalışmaya dahil olan katılımcılardan bir süre sessizce dinlenmelerini istedikleri esnada bazı katılımcıların beyin bölgelerinde yüksek düzeyde aktivite meydana geldiğini fark etmişlerdir. VMA'nın; hayal kurma, <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Daydream" target="_blank">gündüz düşü</a> ve geçmiş deneyimleri anımsama gibi "varsayılan" olarak gün içinde deneyimlediğimiz düşünce ve bununla ilişkili davranışlarımızdan sorumlu olduğu düşünülmektedir. Bu ağ medial <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Prefrontal_korteks" target="_blank">prefrontal korteksi</a>, posterior <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Singulat_korteks" target="_blank">singulat korteksi</a> ve <a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Inferior_parietal_lobule" target="_blank">inferior pariyetal lobu</a> içermektedir.</div><div><br /><div><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #d7d5d1;">Bilincimizin açık olduğu her yerde </span>ve her zamanda var olan (<i>onmipresent</i>) bu düşünce mekanizması bilimsel açıdan incelenmesi zor olduğu için yeterince iyi anlaşılmamıştır. Ancak VMA'nın; kişinin benliği, düşüncesi ve duyguları hakkında düşünmesi, geçmişi anımsama ve geleceği planlama gibi öz referanslı süreçlerde yer aldığı düşünülmektedir. Yani, VMA; bilişsel açıdan bir dinlenme ve gevşeme hali değil, aksin<span style="background-color: white;">e <span data-darkreader-inline-bgcolor="" style="--darkreader-inline-bgcolor: #30bebe; color: #04ff00;">bir aktivite ve üretkenlik hali</span><span style="color: #04ff00;"> </span></span>denilebilir. Bu şaşırtıcıdır çünkü bu konuya ilişkin ilk araştırmalar, beynin varsayılan durumunun enerjiyi korumak için "dinlendiği" veya "uyukladığı" düşünülüyordu.</div><div><br /></div><div>Zihnin bu bir yandan garip bir yandan da oldukça tanıdık halini inceleyen araştırmacılara göre bu mekanizmanın temel işlevi bizim gelecekteki olası <i>tehditlere </i>karşı önlem almamızı sağlaması olabilir. Örneğin; Michigan Üniversitesinin Psikiyatri ve Felsefe Departmanından Prof. Dr. Chandra Sripada "<i>yaşamımızda işler yolunda gitmediğinde onları doğru yola koyabilmenin ilk şartı, işlerin nasıl yoldan çıktığını bularak farkındalık geliştirmekten geçmektedir</i>" <span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #d7d5d1;"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #50f0f0;"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #e7e6e4; color: black;">d</span><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #d7d5d1;">er</span></span><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #d7d5d1;">.</span></span> Yani, maymun zihnin karmaşasını düzenleyebilmenin yolu onun nasıl çalıştığını öğrenmekten geçiyor olabilir. </div><div><br /></div><div>Bu motivasyonla Sripada ve ekibi, bir çalışmasında katılımcılardan karanlık bir odada dikkat dağıtıcı herhangi bir uyaran olmadan 30 dakika boyunca oturmasını ve akıllarına ne geliyorsa yüksek sesle söylemelerini istemiş. Bu zihinsel monolog daha sonra analiz edilmiş. Sonuçlara göre, katılımcılar çoğunlukla geçmişe ilişkin değerlendirmeler, geleceğe ilişkin kestirimler ile atemporal (herhangi bir zamansallık içermeyen) türde düşünceleri zihinlerinde yer vermiş. Bu sonuca ek olarak benzer çalışmalarda gelecek hakkında düşünmenin endişe veya korku duygusu yerine genellikle daha büyük olumlu duygulara yol açtığı öne sürülmüştür. Buradan yola çıkarak, zihnin süreğen gevezeliğinin salt olumsuz bir olgu olarak ele alınmaması gerektiğini ve üzerinde daha çok çalışılması gereken bir konu olduğunu yorumlanabilir.</div><div><br /></div><h4 style="text-align: left;">O Halde Maymun Zihni Nasıl "Ehlileştirebiliriz"?</h4><div><br /></div><div>Kanıta dayalı psikoterapi ekollerinden olan Bilişsel Davranışçı Terapi ve Kabul/Kararlılık Terapisi gibi yaklaşımlar maymun zihni kontrol etmenin birkaç basit ama oldukça etkili yolunu öneriyor:</div><div><br /></div><div><b>1. </b><b>Düşünceleri gözlemleme ve kabul etme:</b> Düşüncelerimizi sadece izlemek, onlara müdahale etmeden, yargılamadan, kabul etmek ve geçici olduklarını anlamak, zihnin kontrolünü ele geçirmenin ilk yoludur. Bunun bir yolu da düşüncelerimiz ile kendiliğimiz/benliğimiz arasındaki mesafeyi arttırmaktır. Örneğin, eşinizle bir konuda fikir ayrılığına düştüğünüz bir an aklınıza geldi ve "Bu konuda benimle aynı fikirde olmalıydı" dediniz. Bu ve benzeri düşüncelere mesafeli yaklaşmak için "Orada benimle aynı fikirde olmasını <b>diledim</b>", "Orada benimle aynı fikirde olmasını istediğim <b>düşüncesindeyim</b>". Bir başka örnek olarak "Bu düşüncelerden kurtulamayacağım" düşüncesini ele alalım. "Bu düşüncelerden kurtulamayacağımı <b>varsayıyorum</b>" veya "Bu düşüncelerden kurtulamayacağıma bu aralar çok fazla <b>inanıyorum</b>" demek bir mesafe koyma örneğidir. Burada yaptığımız şey, özünde, düşünceyi doğrudan kabul etmek yerine onun sadece bir düşünce olduğunu kendimize hatırlatmaktır. Bir başka örneği aşağıda görebilirsiniz:</div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYfYJwcS30jCoGvHV7lPEQT2YcvF6ETzycXW6_ticgDZ51lYXma912dZv0H1Ipxy_JfjYPyPy_AVJMcpfNWK_RHWUhyASpHdr1BsCvoMyjyuakl4fclrh094ej2B6JPfJ9PMiRXwtO5nRV1cTyQh-pFZULxScg8HzAgs_fqZKbqEGSADyF46QEPMduE6wo/s1127/hek.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="803" data-original-width="1127" height="456" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYfYJwcS30jCoGvHV7lPEQT2YcvF6ETzycXW6_ticgDZ51lYXma912dZv0H1Ipxy_JfjYPyPy_AVJMcpfNWK_RHWUhyASpHdr1BsCvoMyjyuakl4fclrh094ej2B6JPfJ9PMiRXwtO5nRV1cTyQh-pFZULxScg8HzAgs_fqZKbqEGSADyF46QEPMduE6wo/w640-h456/hek.png" width="640" /></a></div><div><br /></div>Her an ve her zaman zihin akışımızı kontrol etmeyi beklemek pek gerçekçi değildir. Maymun zihni kontrol etmenin en basit yolu bazen aslında sadece onun varlığını kabul etmektir. Yaşamda üzerinde tam bir kontrole sahip olamadığımız şeylerin olduğunu anlamak söylemesi basit ancak uygulaması zor bir kavrayıştır. Maymun zihin bize zaman zaman rahatsızlık verse de zaman zaman da yaratıcılığımızı tetikleyen, ilham arayışımıza yardımcı olan bir içses olabilir.</div><div><br /></div><div><div><b>2. </b><b>Düşünce akışını yavaşlatma:</b> Bir düşünceden bir başkasına geçişi yavaşlatmanın veya onu kontrol edebilmenin bir diğer yolu düşünce akışını yavaşlatmaktır. Düşünceleri yavaşlatma tekniklerinden biri ise düşünceler zihnimizde meydana geldikçe senkronik şekilde bunları <b>sesli olarak </b>dile dökmekten geçer (Tıpçıların deyimiyle, verbalize etmek!). Düşüncelerimiz sadece iç sesimiz tarafından seslendirildiğinde oldukça akışkan, bulanık, kaotik ve karmaşık formdadır. Ancak onları sesli bir şekilde cümleye dökmek kolay değildir ve bu sayede bilinç akışımızı yavaşlatabiliriz.</div><div><br /></div><div><b>3. Olumsuz düşünceleri fark etme ve değiştirme: </b>Olumsuz düşünceleri tanımlamak, ardından bunları olumlu düşüncelere çevirmek ve bu düşünceleri tekrarlamak, zihninizi daha olumlu bir yönüne yönlendirmenin bir başka yoludur. Peki olumsuz düşünce nedir? Kabaca; aklımıza gelen kötü veya fena düşünceler mi? Hayır. Olumsuz düşünceler, aslına bakılırsa, genellikle gerçekçi olmayan, katı, kurallara dayalı, abartılı veya çarpık biçimde şekillenmiş düşünce kalıplarıdır ve bu düşüncelerin zihinsel ve duygusal sağlığımıza olumsuz etkileri olabilir. Yani; Pollyannacı şekilde abartılı iyimser düşünceler de aslında birer olumsuz düşünce örneğidir. Örneğin; "<i>Patronun tüm azarlamaların rağmen sessiz kaldım. Ben aptalın tekiyim!</i>", "<i>Hiçbir sorun asla çözümsüz değildir, her şey her zaman mükemmel bir şekilde sonuçlanır ve herkes her zaman mutlu ve başarılı olur</i>" düşünceleri birer olumsuz düşüncedir. Çünkü gerçekçi, esnek ve işlevsel değildir. Teknik açıdan detaya inmek gerekirse, birinci ifadede kişi hatalı olarak gördüğü davranışından dolayı kendisini "<i>aptal</i>" olarak etiketlemektedir. İkincisinde ise abartılı genellemeler ve gerçekçi olmayan bir iyimserlik vardır. Bu düşüncelerin daha gerçekçi, işlevsel ve esnek versiyonları şunlar olabilir: "<i>Patronun azarlamasına karşı sessiz kalmak yerine kendimi savunsaydım kendimi daha iyi ifade etmiş olabilirdim. Ancak bunu beceremedim. Ancak bu beni aptal ve pısırık yapmaz. Gelecekte bu tür durumlarda kendimi ifade edebilmek için daha aktif olmak için çabalayacağım</i>", "<i>Her sorunun bir şekilde alternatif çözümleri geliştirebilir ancak bazen bu çözümleri bulmak zaman alır ve ulaşırken zorluklarla karşılaşabiliriz.</i>"</div><div><br /></div><div><b>4. Dikkat dağıtıcıları azaltma: </b>Günlük yaşamda teknolojik uyaranların bizleri kısa süreli, yüksek dikkat gerektiren, renkli dünyasına alıştırması nedeniyle artık dikkat becerilerimiz daha zayıf olduğu bilinen bir gerçek. Bu dikkat dağılması dolaylı olarak VMA'nın baskın hale gelmesini etkiler. O nedenle günün belirli anlarında sessiz, işitsel ve görsel uyaranların az olduğu iyileştirici ortamlar oluşturmak faydalı olacaktır. Özellikle şehir yaşamı yerine bir doğada bunu uygulamanın değeri biçilemez. bkz. <a href="https://www.uplifers.com/hepimizin-ihtiyac-duydugu-orman-banyosu-nedir/" target="_blank">Orman Banyosu</a></div><div><br /></div></div><div><b>5. Topraklama egzersizleri uygulama:</b> Maymun zihni ehlileştirmenin etkili yollarından biri de topraklama egzersizleri yapmaktır. Topraklama egzersizleri temelde bilincimizin dikkatini içsesimiz yerine çevremize veya bedenimize çekmeyi sağlar. Dini ibadetler, mantralar/zikirler, yoga, mindfulness ve nefes egzersizleri bu kategoriye giren ve bireyin dikkatini içinde bulunulan ana ve o anda orada ne varsa ona çeken çalışmalardır. Bunun en güzel uygulamalarından biri bence 5 parmak topraklama egzersizi. 5 duyu organımıza dayalı olması ve kolay uygulanabilir olması da cabası. </div><div>👁️ Bunun için ilk olarak çevremizdeki 5 nesneye 10 saniye boyunca odaklanarak bakıyoruz ve ne gördüğümüzü sesli şekilde ifade ediyoruz. Bu 1. parmak.</div></div></div><div>👂Ardından yine çevremizde 4 farklı ses keşfetmeye çalışıyoruz. Bu buzdolabının dipsesi veya kuşların cıvıltısı olabilir. Yine 10 saniye bu seslere odaklanıyor ve sesli şekilde duyduğumuz şeyi betimliyoruz. Bu 2. parmak.</div><div>🖐 Ardından 3 farklı dokuya dokunarak yine 10 saniye odaklanıp sesli şekilde ifade ediyoruz. Bu 3. parmak.</div><div>👃 Yine, 2 farklı nesne bulup bunları 10 saniye boyunca kokluyor ve betimliyoruz. Bu 4. parmak.</div><div>👅 Son olarak, 1 nesne bulup onun tadına bakıyor ve betimliyoruz. Veee, Bingo! 5. parmak!</div><div><br /></div><div>Yukarıda önerdiğim tavsiyelerim tümü, bilimsel açıdan birçok kez tekrarlanarak faydalı olduğu kanıtlanmış terapötik tekniklerdir. Bunları hemen şimdi uygulamayı denesenize? İşe yarıyor mu görelim. Deneyimlerinizi de yorumlarda paylaşırsanız sevinirim. </div><div><br /></div><div>Daha fazla yazı yazabilme temennileriyle, sevgiler 😅<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://www.windriverservices.org/uploads/2/2/7/1/22712328/giphy_orig.gif" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="480" data-original-width="480" height="320" src="https://www.windriverservices.org/uploads/2/2/7/1/22712328/giphy_orig.gif" width="320" /></a></div></div></div></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-66069157568115642412023-05-08T15:51:00.005+03:002023-05-08T15:53:17.983+03:00Bir Hologramda mı Yaşıyoruz? Neden Bu Fikir Fizikçiler için Hala Cezbedici?<p style="text-align: center;"><a href="https://images.newscientist.com/wp-content/uploads/2023/05/02120527/SEI_152722022.jpg?width=900" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="533" data-original-width="800" height="427" src="https://images.newscientist.com/wp-content/uploads/2023/05/02120527/SEI_152722022.jpg?width=900" width="640" /></a></p><p>Holografik evren teorisi, ilk yayınlanmasının üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen fizikçileri hâlâ meşgul ediyor. </p><p>Kasım 1997'de Juan Maldacena adlı genç bir fizikçi neredeyse gülünç derecede cesur bir fikir öne sürdü: Evrenin dokusu ve görünüşüne göre gerçekliğin üzerinde oynadığı zemin olan uzay-zaman bir hologramdır.</p><p>O dönemde parçacık fiziği ve yerçekimi alanlarında çalışan birçok kişi için Maldacena'nın önerisi ustaca olduğu kadar şaşırtıcıydı. New Jersey, Princeton'daki İleri Araştırmalar Enstitüsü'nden (IAS) matematiksel fizikçi <a href="https://www.ias.edu/sns/witten" target="_blank">Ed Witten</a>, yayınlanmadan önce holografik evren kavramının "çok uzaklarda" olduğunu söylüyordu. "Bunu vahşi bir spekülasyon olarak tanımlardım."</p><p>Yine de bugün, 25 yıldan biraz fazla bir süre sonra, holografik evren, son birkaç on yılın en önemli buluşlarından biri olarak geniş çapta saygı görüyor. Bunun nedeni, parçacıkları ve etkileşimlerini yöneten kuantum fiziği ile kütle çekimini çarpık uzay-zamanın bir çıktısı olarak ortaya koyan <a href="https://www.newscientist.com/definition/general-relativity/" target="_blank">genel göreliliğin</a> uzun zamandır aranan birleşimi olan kuantum yerçekiminin gizemine çarpıyor.</p><p>O halde, tekraren, neden matematiksel bir varsayım olarak kalan ve teorik matematiksel model simüle edildiğinde bu simüle evrenin bizim evrenimize benzemeyen tuhaf bir geometriye sahip olduğu bu fikre neden bu kadar saygı duyulduğunu merak edebilirsiniz.</p><p>Görünüşe göre cevap iki yönlü: İlk olarak, holografik varsayım, parçacık fiziği ve karadeliklerdeki başka türlü çözülmesi zor olan problemlerin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. İkincisi ve belki de daha ilgi çekici olanı, fizikçilerin sonunda holografik ilkenin içinde yaşadığımız kozmos için geçerli olduğunu gösterme girişimlerinde ilerleme kaydetmeye başlamasıdır.</p><p>Şimdilerde hala IAS'de çalışan Maldacena, kuramını geliştirirken özünde iki ayrı fizik dalından ilham almıştı. İlki, parçacıkların titreşen sicim ilmeklerinden oluştuğunu ortaya koyan sicim teorisiydi. Fikrin gelişiminin başlarında fizikçi <a href="https://www.newscientist.com/article/dn23302-string-theorist-wins-3-million-physics-prize/" target="_blank">Alexander Polyakov</a>, bu sicimlerin üç uzamsal ve bir de zamandan oluşan tanıdık evrenimizden daha fazla boyutta var olması gerektiğini fark etti. Sicim teorisinin çoğu modern versiyonu, dört boyutlu evrenimizi tanımlamak için 10 boyut gerektiğini söyler.</p><h4 style="text-align: left;">İpucu: Kara Delik</h4><p>Aynı dönemde Stephen Hawking, Jacob Bekenstein ve arkadaşları uzay-zamanın oldukça çarpık/büzüşük olduğu ve kütle çekiminin hiçbir şeyin çekimden kaçamayacak kadar güçlü olduğu kara deliklerde kuantum mekaniğinin oynadığı rolü anlamaya çalışıyorlardı. Evrendeki her parçacık, örneğin; enerjisi, momentumu ve konumu gibi bir miktar bilgi içerir. Hawking ve Bekenstein, uzayın belirli bir bölgesine, yani, bir kara deliğe sığrdırabileceğiniz maksimum bilgi miktarını öğrenmek istediler. Belirli bir uzay-zaman alanına giderek daha fazla parçacığın toplaşması sonucunda bir kara delik oluşacağından, soruları şu soruya eşdeğerdi: Kara deliğin bilgi içeriği nedir?</p><p>Bu iki araştırmacı, bir kara deliğin içerebileceği maksimum bilgi miktarının, hiçbir şeyin kaçamayacağı sınır olan olay ufkunun <b>hacmiyle </b>orantılı olacağını hayal etmişti. Bu mantıklı görünüyordu: Bir kavanoza sığdırabileceğiniz şekerleme sayısı, ağız bölgesinin açıklığının yüzey alanına değil, kavanozun hacmine bağlıdır.</p><p>Ancak Bekenstein ve Hawking, kara delikler için durumun böyle olmadığını keşfetmeleriyle şaşkınlığa uğradılar. Bu nesnelerin içerdiği bilgiler, olay ufkunun kapsadığı hacme değil, alanına bağlıydı. Her nasılsa, uzayın üç boyutlu herhangi bir bölgesinden gelen tüm bilgi, olay ufkunun etrafındaki iki boyutlu sınıra sığabiliyordu.</p><p>Bu iki yeni içgörü -bildiğimiz evrenimizin bir anlamda 10 boyutlu sicimsi bir kozmosa eşdeğer olabileceği ve üç boyutlu bir kara deliğin içerdiği tüm bilginin onun iki boyutlu olay ufkunda yer edindiği - Maldacena'yı derinden düşündürdü. Belki de evrenimiz, tıpkı bir hologram gibi, daha az boyutlu bir tür gerçeklikten ortaya çıkıyor olabilirdi?</p><p>Holografik bir evreni gerçek kılmak için Maldacena, ikilik (the duality) kavramından yararlandı: Görünüşte farklı iki kavram arasındaki bir karşılıklılık (correspondence). Dualitenin bir tarafında nesnelerin kütle çekimini hissettiği, Anti-de-Sitter (AdS) evreni olarak adlandırılan, evrenimizin bazı tanıdık özelliklerine sahip bir uzay-zaman vardı. Diğer tarafta, yalnızca bu evrenin iki boyutlu sınırında var olan ve kütle çekimi ile hiçbir bağlantısı olmayan bir kuantum teorisi olan konformal alan teorisi (CFT) vardı. Gizemli bir şekilde, bu ikilik, kütle çekiminin bir şekilde bu iki boyutlu CFT'den üç boyutlu dünyada bir hologram olarak ortaya çıktığını ima ediyordu. Maldacena, “Bir kutu içindeki evren gibi” diyor buna. Kutunun yüzeyinde kutunun içindekilere dair her şey yazılı.</p><p>AdS alanı (Anti-de-Sitter) olarak bilinen bu teorik evren, gözlemlediğimiz evrenden farklıdır. Konuya yeni başlayanlar için bahsetmek gerekirse bu evren modelinde boş uzayda bulunan içsel enerji negatiftir, yani uzay-zaman tuhaf şekillerde bükülerek bir eyer şekli alır. Bizim evrenimizde ise bu sözde vakum enerjisinin değeri pozitiftir. Bu, evrenimizi sürekli genişleyen bir küre gibi şekillendirerek geometriyi eyer benzeri AdS alanının tam tersi yönde büker. Sonuç olarak, bizler bir de-Sitter uzayında yaşıyoruz.</p><p>Düşünce farklılıkları oluşsa da Maldacena'nın fikri, sicim teorisyenlerinin ve genel görelilik üzerinde çalışan insanların hayal gücünü aynı şekilde tetikledi. Bağımsız olarak çalışan Witten ve Polyakov'un da dahil olduğu başka bir grup, bilindiği üzere <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0370269398003773" target="_blank">AdS/CFT ikiliğinin holografik sonuçlarını</a> açıkça ortaya koyan makaleleri hızla takip etti. Maldacena'nın çalışması o zamandan beri fizikte en çok alıntı yapılan makalelerden biri haline geldi.</p><h4 style="text-align: left;">Bir Kutu İçindeki Evren</h4><p>Bunun matematiksel olarak kanıtlanmış bir gerçek olmadığını düşündüğünüzde bu şaşırtıcı gelebilir. University College London'dan bir fizikçi olan Jonathan Oppenheim, "Bu ikiliğe dayalı karşılıklılık modelinin sağlam temellere dayanan birçok bölümü var" diyor. "Rlbettte, modelin daha zayıf olduğunu düşündüğüm başka bölümleri de var." Bunu göz önünde bulunduran Oppenheim, fizikçiler onun evren hakkında bize öğretecek derin bir şeyleri olduğunu iddia ettiğinde haddimizi aşabileceğimizden endişe ediyor. "Varsayımlara inanıyorsan sorun değil" diyor. "Öte yandan, eğer doğru değilse, o zaman yanlış yöne yönlendiriliyoruz."</p><p>Daha da lanetleyici görünen şey ise varsayımın hala yalnızca o tuhaf, eyer şeklindeki teorik evrende geçerli olduğu gerçeğidir. Witten, "Bu model, evrenimize doğrudan uyarlanamaz" diyor. Ancak bu eleştiri fizikçilerin bu fikri terk etmelerine yol açmadı. Bunun nedeni bu modelin büyük ölçüde daha önce çözmesi imkansız değilse de zor olan birçok gerçek dünya problemini çözmemize yardımcı olmasıydı. Witten, "Birçok şey için sahip olduğumuz en iyi model bu" diyor.</p><p>Atomaltı parçacıkları ve onların "güçlü bir şekilde birbirine bağlı" etkileşimlerini anlamanın en iyi yolu olan kuantum alan teorisindeki sorunları ele alalım; yani parçacık etkileşimleri o kadar güçlüdür ki bir parçacık sisteminin tüm davranışlarını hesaplamak için kullanılan teknikler başarısızla sonuçlanmaktadır.</p><p>Yani, evreni bir kutuya sığdırma fikrinin birçok fizik sorununun çözülmesine yardımcı olduğu görüldü. Kutunun içindeki "yığın" evren ve kutunun sınırı aynı kabul edildiğinden fizikçiler sorunu sınıra çevirebilir ve orada çözebilir. Witten, "İkilik fikri, güçlü bir şekilde birbirine bağlanmış kuantum teorisi hakkında onlarca yıldır en önemli içgörülerden biriydi. En uçtaki, cevaplaması zor olan birçok soru, topluca çok daha kolay cevaplanabilir ve bunun tersi de geçerlidir." diyor.</p><p>En önemli zaferlerden biri de kuark hapsi olarak bilinen bir sorunla ilgiliydi. Protonları ve nötronları oluşturan atom altı parçacıklar olan kuarkların var olması gerektiğini biliyoruz. Ancak her zaman küçük gruplar halinde tespit ediliyorlar, asla tek başına gözlemlenemiyorlar. 1970'lerde bunun, kuarkları kendine özgü bir şekilde bir arada tutan güçlü nükleer kuvvetin, iki kuark birbirinden uzaklaştıkça güçlenmesinden kaynaklanabileceği öne sürüldü. Artan mesafeyle artan bu çekim, onları bir lastik bant gibi birbirine doğru itme eğiliminde ve her zaman bir arada kümelenmelerine neden oluyor. Bu, bilgisayar simülasyonları tarafından büyük ölçüde doğrulandı ancak sezgisel bir düzeyde anlamlandırmak zordu.</p><p>Maldacena'nın kutu evrenin gündeme gelişiyle birlikte fizikçiler yeni bir araca sahip oldular: Bilinen kuark hapsini de gösteren, evrenimizdeki kuarkları yöneten teoriye pek çok yönden benzeyen özel bir konformal alan teorisi. Bu basitleştirilmiş teoride bile hesaplamalar karmaşıktı ancak fizikçiler ikili karşılıklılığı kullanarak sorunu daha izlenebilir, kağıt ve kalemle kolayca çözülebilecek bir şeye çevirebildiler.</p><p>AdS/CFT ikiliği başka birçok açıdan da verimli oldu. Sadece son birkaç yılda kara deliklerin muammalı doğasını ve nasıl buharlaştıklarının paradoksunu ve dolayısıyla kuantum fiziği ile genel göreliliğin uzay-zamanın bu uç bölgelerinde nasıl bir araya geldiğini anlamaya her zamankinden daha fazla yaklaşmamıza yardımcı oldu. Witten, "İkilik olmadan kesinlikle eski günlere dönmek istemezsiniz" diyor. Kuantum bilgisayarları daha güvenilir hale getirmek için AdS/CFT kullanmanın olası bir yolunu bile bulduk.</p><p>Ancak gerçek şu ki etrafımızda gördüğümüz evrenin holografik bir tanımına hâlâ ulaşmış değiliz. Denemediğimizden değil. Maldacena'nın keşfinden sadece birkaç yıl sonra Maldacena'nın kendisi de dahil olmak üzere birçok fizikçi, benzer bir holografik prensibi evrenimizin geometrisiyle daha gerçekçi bir kozmosa uygulamaya çalıştı. Sorun şu ki eyer benzeri bir evrenin garip geometrisi, ona bir sınır uygulamayı ve onu bir kutuya koymayı kolaylaştırıyor. Ancak evrenimiz sonsuz genişlediği için, etrafına bir sınır koymak o kadar kolay değil.</p><p>Bazı fizikçiler cevabın zaman ile ilişkili olduğunu düşünüyor. AdS/CFT'de zaman, ikiliğin her iki tarafında da benzer bir rol oynar: Hem yığın evrendeki kütle çekimi teorisinde hem de sınırdaki kuantum teorisinde zaman ilerler ve sistem gelişir. Uzay ve kütle çekimi, hologramlar gibi CFT sınırından ortaya çıkarken z<i>aman </i>ortaya çıkmaz.</p><p>Ancak genişleyen bir evrenin sınırı, zaman boyutunda sonsuzca genişlerse bu evren bir kutuya konulabilir. Eğer evrenimiz holografik olsaydı onun meydana geldiği sınır, sonsuz gelecekte var olurdu ve bu zamandan bağımsız olurdu. Her nasılsa, bu "boş" evrende deneyimlediğimiz zaman, hologramdan ortaya çıkacaktı. Belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde böyle akıllara durgunluk veren bir ikilik yoktur. En azından şimdilik. Kaliforniya'daki Stanford Üniversitesinden Eva Silverstein, bu konu üzerinde çalışan kişilerden biri. Onun pragmatik düşünce çizgisi, holografik bir evrenin bir tanımına zaten sahip olduğumuza göre bizimkine benzemesi için onu ne kadar manipüle edebileceğimizi görelim şeklinde.</p><p>Silverstein tanıdık eyer şeklindeki alanla başlıyor. Ancak bu özel uzayda merkeze bir kara delik yerleştiriyor. Ardından, sınırı kara deliğin olay ufkunu zar zor çevreleyene kadar yavaşça içeri doğru hareket ettiriyor. Silverstein, "Bu noktada, bununla, örneğin bir de-Sitter kara delik ufku arasındaki farkı anlayamazsınız" diyor. Sınırı, iki geometrinin ayırt edilemez olduğu bu noktaya getirdikten sonra dünyanın geometrisini ustaca deforme ederek, onu de-Sitter uzayına çevirerek sınırı kademeli olarak dışarı doğru hareket ettirebilir. Silverstein, "Bu, büyük ölçüde AdS/CFT'ye dayanan bir yaklaşım" diyor.</p><p>Bu arada Harvard Üniversitesinden <a href="https://hetg.physics.harvard.edu/people/jordan-cotler" target="_blank">Jordan Cotler</a> daha tanıdık bir bölgeden başlıyor. Düzenli kuantum teorisinin kurallarının, bizim de-Sitter evrenimiz gibi genişleyen bir evrene gömüldüğünde nasıl değiştiğini anlamakla ilgileniyor. Sade eski kuantum mekaniğinde, üniterlik ilkesi gibi (zamanı ileri veya geri sararsanız evrenin tamamen deterministik şekilde hareket edeceğine yönelik ilke) bazı şeyleri baştan kabul ederiz. Ancak Cotler, bunun yalnızca statik bir kozmosta kesinlikle geçerli olduğunu söylüyor. De-Sitter evreninde uzay genişledikçe evrenin maksimum bilgi kapasitesini buna uygun olarak artırması gerektiğini düşünüyor. Dolayısıyla şu andaki bir kuantum durumu gelecekte herhangi bir sayıda olası konfigürasyona evrilebilir.</p><p>Cotler ve meslektaşları, de-Sitter uzayındaki bu yeni kuantum mekaniği kurallarının sonuçlarını tam olarak çözemediler ancak herkesin aradığı şeyi, bir dS/CFT karşılıklılığını geliştirmede önemli bir geçiş noktasında olduklarını düşünüyor. Cotler, "De-Sitter uzayında kuantum kütle çekimi hakkında düşünmenin benzersiz bir zorluğu, neyi hesaplamanız gerektiğinin neredeyse hiçbir zaman net olmamasıdır" diyor. "Neyi hesaplayacağınızı ve kuralların ne olması gerektiğini öğrenmelisiniz ve bu zor bir iş."</p><p>Başka yerlerde fizikçiler, de-Sitter uzayında bir ikilik bulmak için çeşitli başka yaklaşımları aktif olarak takip ediyorlar. Ancak, Witten'in de kabul ettiği gibi, çalışma "henüz kimsenin doğru AdS/CFT anolojisini bulmayı sağlayacak şekilde netleşmedi."</p><p>Pek çok kişinin buna kafa yormaya devam etmesinin nedeni, bizim evrenimiz için de geçerli olan böyle bir karşılık bulmanın, kütle çekiminin ve uzay-zamanın ortaya çıkışı hakkındaki en derin soruları yanıtlamamıza yardımcı olabilme ihtimalidir. Silverstein, "İyi haber," diyor, "ilerleme kaydediyoruz."</p><h4 style="text-align: left;">Kuantum Düzeltmeleri</h4><p>İster inanın ister inanmayın, holografik evren fikrinin (ana hikayeye bakın) merkezinde yer alan bir model evren ile onu çevreleyen sınır arasındaki tuhaf örtüşmenin pratik sonuçları olabilir.</p><p>Kuantum fiziği yasalarından yararlanan kuantum bilgisayarlar, belirli türdeki sorunları klasik bilgisayarlardan kat kat daha verimli bir şekilde çözmeyi vaat ediyor. Yine de muazzam potansiyelleri, çok önemli bir dezavantajla baltalanabilir: Kuantum bilgi bitleri veya kübitler son derece hassastır. Çevreden gelen herhangi bir rahatsızlık, herhangi bir zamanda hesaplamaya müdahale ederek başarısız olmasına neden olabilir.</p><p>1995 yılında şu anda Massachusetts Institute of Technology'de bulunan matematikçi <a href="https://math.mit.edu/~shor/" target="_blank">Peter Shor</a> liderliğindeki bir grup, kübitlerin nasıl korunabileceğine dair ilk örneği buldu: <a href="https://arxiv.org/abs/quant-ph/9512032" target="_blank">Tek bir kübiti birçok bireysel "fiziksel" kübite kodlamak</a>. Bir "fiziksel" kübitte bir hata meydana gelse bile, fazlalık, araştırmacıların hatayı düzeltebileceği ve bilgisayarı daha dayanıklı hale getirebileceği anlamına geliyordu.</p><p>Bu ilk öneriden bu yana bu "hata düzeltme kodlarının" sayısız başka uygulaması icat edildi. Ardından, 2014 yılında, Kaliforniya'daki Stanford Üniversitesinden Ahmed Almheiri ve iki meslektaşı, Anti-de-Sitter (AdS) uzayı adı verilen bir model evrenin sınırındaki <a href="https://arxiv.org/abs/1411.7041" target="_blank">kübitlerin</a>, hata düzeltme kodlarının kuantum hesaplamada yaptığı gibi, iç kısımdaki şeyleri tam olarak aynı şekilde kodladığını keşfetti.</p><p>Bunun olası sonuçları, temel fizikçiler için dudak uçuklatıcıydı çünkü uzay-zamanın kendi başına bir hata düzeltici kod olabileceğini düşündürdü. Ancak içgörü, yeni hata düzeltme tekniklerine ilham vererek daha sağlam kuantum bilgisayarlara doğru ilerlemeyi de hızlandırabilir.</p><p><span style="text-align: center;">Bu makalenin özgün dildeki haline New Scientist Dergisinin web sitesindeki </span><a href="https://www.newscientist.com/article/mg25834372-200-do-we-live-in-a-hologram-why-physics-is-still-mesmerised-by-this-idea/" style="text-align: center;" target="_blank">bu bağlantıdan</a><span style="text-align: center;"> erişilebilir.</span></p>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-10976544461393913322023-03-07T17:36:00.010+03:002023-12-13T13:15:14.204+03:00Bence Bulutlar<p>Bence bulutların da kişiliği vardır. Öyle ki dikkatsiz gözlere, sığ kalplere sıradan gelseler de hiçbiri birbirine benzemez, biriciktirler. Kimi duygusaldır, kimi ise kaskatı. Bırakın kişiliklerinin birbirlerine benzemesini, kimileri gün geçtikçe kendilerini tanıyamayacak kadar değişir, günü günlerini tutmaz. Çünkü bulutların duyguları da vardır. Kimi günler oldukça sakin ve huzurluyken bazı günler öyle duygusal öyle sulu gözlüdürler ki bizi de duygulandırır, gözyaşlarına boğarlar. Bazen öyle öfkelidirler ki koca koca adamları, kadınları bile bir haykırışla ürkütebilirler. Ama en öfkeli zamanlarında bile aslında çok merhametlidirler. Evet, evet. Her ne kadar biz insanlar, onların çok konuştuğu zamanlarda onlardan korksak da çekinsek de aslında onlarsız da olamayız. Nitekim pek ortalıkta görünmedikleri, ufkun köşelerine çekildikleri kurak yaz ikindilerinde ve o sessiz gecelerde gözlerimiz onları arar. Keşke gelseler de bize yine öyle kızsalar diye. Ama bir kere de düşünmeyiz neden bize kızdılar diye...</p><p>Bulutların da suretleri vardır. Kimisi bir at yelesi gibi zarifken kimi koca mantar kafalıdır. Kimi dalga dalga dalganırken kimi de kütük gibidir. Kimi kara kuru bir tipken kimi pamuk gibi bembeyaz ve zariftir, kimisi de al al, sedef sedef. Kiminin içi dışı birdir, kimi ise güneşe bile sırrını vermez. Ama hiçbirinin güzeli çirkini, boduru sırığı yoktur, çünkü hepsi biriciktir.</p><p>Bulutların da sevdiği mekanlar ve zamanlar vardır. İsteseler yeryüzünün köşe bucağını gezerler ama illa ki bir mesken tutmayı daha çok severler. Kimileri deniz kenarlarında günleri gün ederlerken kimileri dağ yamaçlarının eşiklerinden bir adım aşağı adım atmazlar. Kimi de öyle gezgindir ki yerdenizin öte berisini her yıl bir turlamadan duramaz. Kimi kendini pek göstermez: Sedefi, Yalpası, Kalvini. Kimileri bildiğin kış kartalıdır, kimisi de yaz düşkünü, bahar aşığı.</p><p>Bulutların da zayıflıkları vardır. Mesela hepsi de ölümlüdür. Bir gün yok olup gideceklerini bile bile nefes alırlar, nefes verirler. Kimi koca koca ayazlara dayanır da güneşin bir gülüşüyle, rüzgarın esintili bir ayartmasıyla dağılıverir. Kimi kendi kendini yiyerek bitirir, kimi bir ötekiyle kafa kafaya daima atışarak. Öyle ya, kimi zarif gelir zarif gider bu dünyadan, kimi de gürültüsüyle patırtısıyla, kimi de haşmetiyle. Hatta dediklerine göre başka seyyarelerde öyle görkemliler varmış ki içlerinde gram su bulundurmaz, koca manyetik meteoritleri sırtlarında taşır, yıl boyu hiç durmayan fırtınalar oluşturur ama <a href="https://www.snexplores.org/article/uranus-has-stinky-clouds" target="_blank">bir o kadar da kötü kokarlarmış</a>.</p><p><span style="text-align: justify;">İlginçtir ki bunca görkeme rağmen bulutların da yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaçları vardır. Mesela bulutlar toz zerrelerine ihtiyaç duyarmış, onlar olmazsa yağmurlaşamaz ve öylece gökyüzünde kala kalırlarmış. Mesela vasat bir bulutçuk kümesi bile <a href="https://www.usgs.gov/special-topics/water-science-school/science/how-much-does-cloud-weigh#:~:text=A%201%20cubic%20kilometer%20(km,pounds%20(about%20551%20tons)." target="_blank">500 tondan daha ağır olabildiği için</a> </span><span style="text-align: justify;">basınç stresine girmeden form oluşturamaz, havada asılı kalamaz veya oradan oraya gezinemezlermiş</span><span style="text-align: justify;">.</span></p><p>Bulutlar yerdenizlilere benzediği kadar onlardan farklıdırlar da. Mesela insanlar çok trajikomiktir; o küçük kalplerinde yumak yumak duyguları tuttukça tutarlar, o küçük zihin bulutlarında da bilmem hangi geceden kalma puslu düşüncelerde kaybolurlar da bir türlü söyleyemezler, anlatamazlar. Sonra da düğümlenir de düğümlenirler. Bulutlar da içlerinde tutsalar da doğru zamanı geldiğinde dile döküverirler. Çünkü dobradırlar, e biraz da nobrandırlar.</p><p>Bulutlar da severler. Hem de saatlerce ve bazen de günlerce gözyaşı dökerek. Hatta bir tanesi vardır ki dillere dolanmıştır. Öyle sevdalanmıştır ki yerin ve göğün en temizi olan o henüz çocuk yüreklimizin peşini bırakmazcasına dolanıp durmuştur. Bulutlar sevdikleri kadar sevilirler de. Hem de en Yüce tarafından. Eğer ki sevilmenin en büyük manifestosu olduğu gibi var olabilmek, olmaya devam edebilmekse <a href="https://www.space.com/13570-big-bang-aftermath-primordial-gas.html" target="_blank">evrende ışıktan sonraki belki ilk varlıklar, formlardır</a> bulutlar. Onlar öyle bulutsular ki içlerinde hiçbir zaman göremeyeceğimiz uzlarda yüzmekte olan ahterlerden seyyarelere, burçlardan kometlere neler taşımışlardır neler.</p><p>Yanisi, bence bulutları sevmeliyiz, her zamankinden daha çok belki de. Çünkü, çünkü bulutlar artık bize küsüyorlar, göğe çekiliyor, uzaklaşıyorlar. Artık biz onlardan değil onlar bizden korkuyorlar ve biliyorum ki insan korkusu ağır fırtınalı bir sağanak yağmurdan bile çok daha beterdir. </p><p style="height: 0px;"></p><div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/pFbjE7NFmUI" width="560"></iframe></div><p></p>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-28848456511391296892023-03-01T11:38:00.001+03:002023-12-13T12:54:41.493+03:00Gözlerim Serin Olsun<p style="text-align: justify;"></p><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://i.redd.it/v10ararifcr61.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="781" height="200" src="https://i.redd.it/v10ararifcr61.jpg" width="195" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bir deve gözü</td></tr></tbody></table>İslam öncesi Arabistan'a kısa bir yolculuğa çıkalım. Yaşamlarının büyük bir kısmını çöllerde geçiren Araplar, bir yerden bir yere gitmek için develerden yararlanırdı. İnsanların çöl dostları olan develer, insanlardan farklı olarak öylesine çöl yaşamına adapte olmuş canlılardır ki büyük kum fırtınalarında bile gözlerimi kapatma gereksinimi duymazlar zira göz bebeklerini kumlardan koruyan özel bir şeffaf koruyucu zara sahiptirler. Öte yandan insanlarda ise böyle bir anatomik yapı barizdir ki yoktur. Rüzgarda savrulan kum tanecikleri bir süre sonra o kadar sert şekilde uçuşur ki ya gözlerinizi tamamen kapatmanız ya da baya bir kısmanız gerekir. Ancak gözlerinizi kapatırsanız yönünüzü kaybedersiniz. Eğer açık tutarsanız da gözleriniz zamanla kum tanecikleri nedeniyle kanlanıp kızarır. Bu ikilemin kucağında, ömürlerini çöllerde yolculukla geçiren bedeviler, fırtınadan korunmak için uygun bir sığınak veya mağara bulabildiklerinde, heyecan dolu mutluluklarını ifade etmek için şiirsel bir ifadeyle "<i>Gözlerim nihayet <span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #50f0f0; color: #01ffff;">soğudu/serinledi!</span></i>" yani "<i><span style="color: #01ffff;">qurrata 'ainayya</span></i>" derlermiş.<p></p><p style="text-align: justify;">Bu ifade zamanla dilden dile yayılarak deyimleşmiş ve Arap halkının günlük konuşmasında "<i>sevinçten/mutluluktan gözlerin yaşlanması</i>" anlamında kullanılır olmuş. Örneğin, uzun bir süredir görmediğiniz bir dostunuzu gördüğünüzde "<i>Seni gördüğüme çok mutlu oldum</i>" demek yerine "<i>Seni görünce </i><i>gözlerim ferahladı/serinledi</i>" denirmiş. Hatta bu deyim, ters yüz edilerek kötü bir kelama dönüşmüş: Bir Arabın bir başkasına söyleyebileceği en ağır beddualardan biri olarak "<i><span style="color: red;">Allah onun</span><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #c92929; color: red;"> gözlerini kızdırsın</span></i>" anlamında "<i><span style="color: red;">adkhanallahu 'ainahu</span></i>" derlermiş. "<span style="color: red; font-style: italic;">En ağır keder, üzüntü ve çökkünlüğe maruz kalasın</span>", "<span style="color: red; font-style: italic;">Keder gözyaşları dökesin</span>" demek gibi. Bu deyim, yazılı kaynaklarda da şiirsel bir dil ile geçmektedir: Aşiretinin namına/saygınlığına bir şekilde zarar verdiği için hakkında ölüm emri çıkarılan bir aşiret üyesini öldürmesi için görevlendirilen ve aynı zamanda şair olan bir kişi varmış. Hedefini bulduğunda bir kum tepesinin üzerine geçerek düşmanını öldürmek için pusu kurmuş. Suikastçi şair, o uzun bekleyişler esnasında da şöyle bir şiir yazmış: "<i>Kabilemin gözleri kızgın kalacak ta ki hançerim onun kanıyla ısınana kadar</i>". Bizim dilimizde "<span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #c92929; color: red;">yüreği yanmak/dağlanmak</span>" demek gibi.</p><p style="text-align: justify;"><i>Göz serinliği</i> ifadesi ilginçtir ki Kutsal Kitapta birden fazla kez kullanılmaktadır. Furkan Suresinin 74. ayetinde "<i>qurrata a’yun</i>" ifadesi yer alır. Bu, Türkçe meallerde "<i><span style="color: #ffa400;">göz aydınlığı</span></i>" diye çevrilmiş. Ancak sadece bu tercümeyi okumak, yukarıda bahsettiğim anlamların derinliğini maalesef yansıtmıyor. İngilizce versiyonda ise daha uygun bir çeviri var: </p><p style="text-align: center;">" وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا <b><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #50f0f0; color: #01ffff;">قُرَّةَ اَعْيُنٍ</span></b> وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا"</p><p style="text-align: center;">"…and those who say: O, our Master, grant us from our spouses and our children <span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #50f0f0; color: #01ffff;"><b>the coolness of eyes</b></span> and make us leaders over those who are righteous, pious, and fearful" - <a href="https://acikkuran.com/25/74" target="_blank">25:74</a></p><p style="text-align: justify;">Aynı ifade, Firavunun karısı olan Asiye'nin, sarayın bahçesindeki nehirde Musa Bebeği bulduktan sonra Firavuna söylediği bir sözde geçmektedir:</p><p style="text-align: center;">"وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ <span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #50f0f0; color: #01ffff;"><b>قُرَّتُ عَيْنٍ</b></span> لِّي وَلَكَ ۖ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَىٰ أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ" </p><p style="text-align: center;">"And the wife of Pharaoh said, "[He may become] <b><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #50f0f0; color: #01ffff;">the coolness of my eyes </span></b>and yours. Do not kill him; perhaps he may benefit us, or we may adopt him as a son." And they perceived not." -<a href="https://acikkuran.com/28/9" target="_blank">28:9</a></p><div style="text-align: justify;">Şu bir gerçek ki ister metropol insanı olsun ister köylü, insan türü olarak geçim, eğitim veya herhangi bir neden ile vaktimizin çoğunu metaforik açıdan büyüklü küçüklü fırtınalarla dolu bir dünyada geçiriyoruz. Gün sonunda da bir sığınağımız olan evlerimize dönmeyi ve biraz da olsa ferahlamayı, gözlerimizin serinlemesini arzuluyoruz. Umulur ki ailelerimizi bize hüzün veren, gözlerimizi kızdıran bir kaynak olarak görmek yerine sığınağımız, gözlerimize serinlik veren bir kaynak olarak görürüz.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-17312567394554546202022-11-17T18:02:00.003+03:002022-11-18T15:30:30.154+03:00Winnicott'a Göre "Psişe" İçimizde Değil Aramızda<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: inherit;">Bu yazının özgün hali </span><a href="https://psyche.co/" style="font-family: inherit;" target="_blank">Psych.co</a><span style="font-family: inherit;"> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/for-donald-winnicott-the-psyche-is-not-inside-us-but-between-us">buradan </a>ulaşabilirsiniz</span><span style="font-family: inherit;">.</span></div><br /><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/8/8d/Donald_Winnicott.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="236" data-original-width="200" height="236" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/8/8d/Donald_Winnicott.jpg" width="200" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Donald Winnicott - Kaynak: Wikipedia</td></tr></tbody></table><br />Aslen İngiliz bir çocuk doktoru olan Donald Winnicott (1896-1971), 20. yüzyılın ortalarında psikanalizde merkezi bir figür haline geldi. Onun bilişsel ve davranışsal ekoller haricindeki psikoterapötik kuramlar üzerindeki kalıcı etkisi, muhtemelen Sigmund Freud'unkinden sonra ikinci sıradadır. O zamanlar hakim olan Freudçu ortodoksluğa açıkça muhalefet etmemiş olsa da muğlak çalışmalarından çıkarabileceğimiz kuram, Freudyen modelle ve aslında modern psikiyatri ve bilişsel davranışçı terapi (CBT) tarafından kullanılan modellerle kökten çelişmektedir. Psikoterapötik kuram ve uygulamanın çok ötesine uzanan fikirlerinin öneminin anahtarı buradadır. Aslına bakılırsa, son yıllardaki deneyimlerim ve ruh sağlığı krizi alanındaki çalışmalarım beni Winnicott'un zihin ve onun rahatsızlıklarına yönelik bakış açısının şu günlerde her zamankinden daha önemli olduğuna ikna etti.<p></p><p>Winnicott'un mirası, genellikle İngiliz psikanalizinin "Orta Okulu" olarak bilinen şeyde, sahip olduğu merkezi konumla ilişkili olarak tanımlanır. Bu unvan Winnicott'a uygundur çünkü o sadece ABD ve Birleşik Krallıktaki muhalif yeni-Freudçu taraflar (sırasıyla 'Ego-psikolojisi' ve 'Kleincı' okullar) arasında değil aynı zamanda zihinsel yaşantı açısından "ben" ve "öteki" arasında da uygun bir konum bulmuştur. Freudçu zihin modelinin doğasında (hem Ego-psikologlarının hem de Kleincıların katıldığı) olan özne-nesne ikiliğinden büyük ölçüde kaçındı ve temelde bütüncül bir "ben ve öteki" kavramını benimsedi ya da en azından düzenli olarak bunu ima etti.</p><p>Winnicott'un ortodoks görüşten kaymasının ciddiyetini anlamak için, Freudçu düalist modelin arkasındaki temel felsefeyi anlamak esastır. Freud kendini her şeyden önce görgül bir bilim adamı ve psikanalizi de bilimsel bir proje olarak görüyordu. Bunu takiben, onun psişe modeli, bilimsel dünya görüşüne hakim olmaya devam eden Kartezyen-ampirist felsefede de sıkı bir şekilde yer buldu. Bu modelin en temel taahhüdü, bizden bağımsız olarak var olan nesnel, tarafsız bir dünyaya karşı, bizlerin birbirinden ayrık bireysel varlıklar olduğumuz fikridir. Bu modele göre, içsel olarak belirli süreçlerin bir kombinasyonu ve dış dünyadan gelen verilerin zihinsel olarak özümsenmesi yoluyla bizim dışımızdaki dünyayı tanır ve deneyimleriz.</p><p>Bu haliyle, zihinler, deneyim için bir ön koşuldur ve deneyimler esas olarak bilişin bir sonucudur. Örnek vermek gerekirse, bu bakış açısı diğer insanların iç dünyalarına onların zihinlerine ilişkin özgün tahminler aracılığıyla aşina olduğumuz fikrinde varlığını sürdürmektedir. Bu fikir dünyaya ilişkin deneyimlerimiz, ilişkilerimiz, bireysel olarak büyük ölçüde çevremizi nasıl algıladığımız ve bunları nasıl anlamlandırdığımız konusunda çalışan Bilişsel Davranışçı Terapinin kavramsal temelinde de yer bulur.</p><p>Freud, bu temel modeli, zamanının hakim fizyolojisi açısından ayrıntılandırdı. O temel doğamızı; bir tür içe dönük narsisizm (İd) içinde doğmuş, kendi kendine yeten bir enerji yığını olarak kavramsallaştırdı. Freud'un modeline göre zihin (Ego) gelişimi, bu enerjinin (dürtüler) dışsal ifadeleri ile dünyanın bunlara verdiği tepkiler arasındaki çatışmanın bir sonucuydu. Bu nedenle psikolojik gelişim, dış dünya tarafından yalnızca gerekli uyum açısından şekillendirilen, kendi kendini yaratan bir eylemdi. Freud, ötekinin rolünün büyük ölçüde dışsal yargılayıcı ile davranış kurallarının ve düzenlemelerinin uygulayıcısı ile sınırlı olduğunu düşündü. Aşırı basitleştirmiş olmakla birlikte buradaki temel zihnin imajı, özne-nesne boşluğunu bilişsel olarak doldurmak ve adeta iki farklı alan arasında aracı olarak hareket etmekten sorumlu bir tür içsel büyümedir.</p><p>Freud ve onu takip eden okullar, kendilik ve öteki arasındaki anlaşılır sürekliliği -bebekler, "psikotikler" ve "regrese olmuş hastalar" için ortak bir deneyim- yüzleşilmesi gereken narsist bir sanrı olarak gördüler. Winnicott, benliğin ve ötekinin sürekliliğini ciddiye alarak bu tabloyu alt üst etti. Yani, bunu birincil bir konu olarak düşündü.</p><p>Winnicott varlığımızın en temel düzeyinde bizlerin birbirinden ayrık zihinler fikri olduğu fikri yerine birer deneyimsel birim olduğu fikrine inanıyordu. Yani zihinleri olan öznelerin; kişilerarası ilişkiler alanından -benim sevdiğim adıyla "psişenin toplumsal matrisi"nden- ortaya çıktığına inanıyordu. Dolayısıyla Winnicott'a göre bizler, bir şekilde dışsal olarak birbirini anlamayı başaran ayrık ve kapalı varlıklar olmaktan ziyade birbirleriyle doğrudan temas halinde olan ve radikal biçimde birbirine açık varlıklarız.</p><p>Winnicott bu fikri muallak da olsa şu sözlerle dile getirdi: "Bebek diye bir şey yoktur... Bir bebeği betimlemeye başlarsanız, bir bebeği ve birini betimlediğinizi görürsünüz." Onun bakış açısı en çok da bir bebeğin deneyimini bebeğin ailesiyle birlikte anlamakla ilişkilidir, biz bunu genellikle böyle kabul etmesek de tüm deneyimlerin özünde bu vardır. Dünyaya ve ötekilere ilişkin deneyim, insanın bildiği ilk şeydir ve zihin -halihazırda var olan bir dualiter ayrım olmadığını için bunu yerine- bu ayrışmayı yaratmaktan bir anlamda sorumludur. Etkileyici olarak bu, Freud'un dualistik modelinin tersine çevrilmesidir.</p><p>Sonuç olarak, Winnicott'un psikopatoloji kavramı Freud'unkinden çok farklıydı. Freud, psikopatolojiyi, dünyanın içsel dürtüleri ile dışsal talepleri arasındaki çatışmalar olarak anladı: Yani, kişide yanlış giden yalnızca dış dünya tarafından tetiklenen kişinin içsel dünyasıydı. Bu temel fikir, indirgeyici psikiyatrik düşüncede ve yaygın dualiter modeli izleyen BDT'de hala çok canlı.</p><p>Buna karşın Winnicott, psikopatolojiyi öncelikle travma ya da ilişkisel alandaki eksiklik olarak anlıyordu. En önemlisi, yanlış giden şey, kendi başına bireyde değil, kişinin kendisinde ve dahil olduğu deneyimsel birimlerde (uzantı olarak, kendilerini içinde buldukları sosyokültürel çevre dahil) yer almaktır.</p><p>Winnicott ayrıca, psikolojik değişimin etkeni konusunda çarpıcı biçimde farklı bir görüşe sahipti. Onun psikoterapötik modeli gelişimseldi: Terapötik ilişkiyi ve ebeveyn-çocuk ilişkisini/ilişkilerini birbirine benzer olarak gören model. Bu nedenle, tıpkı çocuğun gelişiminin temel olarak deneyimsel birimdeki anne ile olan anlık ve içgüdüsel ilişkiye bağlı olduğunu gördüğü gibi, Winnicott için psikoterapötik değişim tamamen danışan ve terapist arasındaki ilişkiyle ilgiliydi. Bu daha sonra "tek kişilik" psikolojiden "iki kişilik" psikolojiye geçiş olarak kavramsallaştırıldı.</p><p>Freud'un dışarıdan rasyonel müdahalelere odaklandığı konularda Winnicott, bunu kişinin ne düşündüğünden veya söylediğinden çok kim olduğu ve ne yaptığıyla ilgili olan aradaki alanda meydana gelen ortak yaratıcı bir yolculuk olarak ele aldı. Playing and Reality (1971) adlı kitabında Winnicott, bu deneyimin yerini "geçiş alanı" olarak adlandırarak onun dinamik, asılsız niteliğine ve aynı zamanda bir oluş yeri olarak doğasına göndermede bulundu. Bu, hem bizim yarattığımız hem de bizi yaratan bir konum -kabul etmemiz ve çözmeye çalışmamamız gereken bir paradoks- burada formüle edilmemiş olasılıkların sabit kimliklerin yerini aldığı ve deneyimin zorunlu olarak birlikte inşa edildiği bir konum.</p><p>Bu kulağa mistik gelebilir ancak bu, onun tarif ettiğinden ziyade modern dilin sınırlamalarıyla ilgili. Aslında, çocukların oyunlarındaki ve onların hayal gücüyle aşılanmış dünyalarındaki fantezi ve gerçekliğin karışımındaki "geçişlilik" niteliğine muhtemelen aşinasınızdır. Gerçekten de, Winnicottçu psikanaliz, bu alanda tamamen "harekete geçme" üzerineydi; sabit kimliklere, rollere ve sözde özel deneyimlere yönelik iddiaların askıya alındığı bir etkileşim modu anlamında. Winnicottçu bir terapist için spontanlık ve sahici eylem, bağlantısız yorumun yerini almıştır ve terapinin amacı olarak nesnel dünyaya rasyonel uyum sağlamak yerine 'var olmaya devam etme' deneyimi öne çıkmıştır.</p><p>Winnicott'un özne-nesne ikiliğinden uzaklaşması, belki de en açık şekilde, kendimizi bu geçiş aleminden ve onun özne-nesne karışımından asla kurtaramayacağımızla ve bunu da istemeyeceğimiz konusundaki kesin inancımızla örneklendirilebiliriz. Freud ve indirgeyici psikiyatri ve BDT için, bağımsız bir dünyadaki nesnel durumların deneyimin temel gerçeği olduğuna dair temel bir varsayım vardır. Nitekim kuramsal modeller bu tablonun doğruluğu ile yükselir ve düşer.</p><p>Ancak Winnicott'un çok farklı bir vizyonu vardı. Kültürü - ve onun ürünlerini ve etkinliklerini- çocukluğun geçişimsel olgusunun uzantıları olarak ele aldı ve bu uzantıları ebeveyn olgusu ile kaynaştırarak düşüncesini geliştirdi. O hher zaman için yaşadığımız ve kanıksadığımız dünyaların kısmen kendi yapımız olduğunu düşündü. Winnicott'a göre deneyimlediğimiz dünyanın, bilimsel materyalizmin bizi inandırmak istediği gibi, soğuk, matematiksel yapılar gibi değil de ilk andan itibaren canlı, cezbedici ve psişik olarak deneyimlenebilir hissedilmesinin tek nedeni, deneyimlediğimiz dünyaların da tıpkı bizdeki gibi aynı ölçüde uzantılar oluşturmasıdır. Böylece Winnicott'un özne ve nesneye ilişkin psikolojik paradoksu, idealizm ve materyalizmin felsefi bir paradoksu haline geldi.</p><p>Bu temel görüşler artık modern tabirle ilişkisel ve öznelerarası derinlik psikoterapisi olarak bilinen şeyin merkezinde yer almaktadır. Bununla birlikte, Winnicott'un Kartezyen-ampirist modeli tersine çevirmesinin, genel olarak ruh sağlığını nasıl anladığımız ve ona nasıl yaklaştığımız konusunda daha geniş çıkarımları vardır.</p><p>Bilimsel materyalizmin dualizmi ve onun tek bireye indirgenmiş psikolojileri, şu anda fark ettiğimiz psikolojik ve sosyal hasarın çoğunda tartışmalı bir şekilde suç ortağıdır. Örneğin, psikolojik ve sosyal travmanın rolünün tarihsel olarak inkar edilmesinin büyük bir kısmının izini sürmek, Freudçu modelin neredeyse tamamen iç dünyaya odaklanmasına kadar uzanmaktadır. Sonuç olarak başkalarının ve toplumun birey üzerindeki gerçek etkisi nispeten göz ardı edilmiştir.</p><p>Aynı felsefi modeli kabul eden ancak açıklama düzeyini değiştiren modern psikiyatri de aynı derecede suçludur. Aynı şekilde işlevsiz düşünce kalıplarına ve dışarıdan uygulanan rasyonel çarelere odaklanan BDT de aynı yanlış felsefeyi izler.</p><p>Terapistler olarak ve bir bütün olarak şefkatli bir toplum olarak, Winnicott'a geri dönsek iyi ederiz: Onun psişeyi doğası gereği kişilerarası ve sosyal olarak yakından görme vizyonuna; kişilerarası travmayı merkezileştirmesine ve acımızın kökündeki eksikliğe; ve benlik ile öteki arasındaki alana dair odak noktasına yönelik derin içgörülerine. Bunu yapmak, sıkıntımızın fazlasıyla belirgin kişilerarası ve sosyokültürel belirleyicilerini daha iyi açıklayan ve bunları ele almaya yardımcı olan bir model üzerinde karar kılmamıza yardımcı olacaktır. </p><p><b>James Barnesis</b> bir psikoterapist, akıl sağlığı savunucusu ve yazar. İngiltere'de Exeter'de yaşıyor.</p><p style="text-align: center;">B<span style="text-align: center;">u yazının özgün hali </span><a href="https://psyche.co/" style="font-family: inherit; text-align: center;" target="_blank">Psych.co</a><span style="text-align: center;"> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/for-donald-winnicott-the-psyche-is-not-inside-us-but-between-us">buradan </a>ulaşabilirsiniz</span><span style="text-align: center;">.</span></p>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0Emirbeyazıt, Bayram Çetinkaya Cd. No:37, 48000 Muğla Merkez/Muğla, Türkiye37.207883 28.366439336.989050290262867 28.091781096875 37.426715709737138 28.641097503125tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-28745200927970139422022-11-13T16:34:00.004+03:002022-11-17T12:53:44.048+03:00Tek Seferlik Bir Egzersiz Depresyonun Değişmesine Yardımcı Olabilir Mi?<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://epsilon.aeon.co/images/0d39f6ba-c576-46ca-aa03-37c0139f3225/2700x1530.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="453" data-original-width="800" height="362" src="https://epsilon.aeon.co/images/0d39f6ba-c576-46ca-aa03-37c0139f3225/2700x1530.jpg" width="640" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: inherit;">Bu yazının özgün hali </span><a href="https://psyche.co/" style="font-family: inherit;" target="_blank">Psych.co</a><span style="font-family: inherit;"> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/even-a-single-exercise-session-can-help-shift-depression" target="_blank">buradan </a>ulaşabilirsiniz</span><span style="font-family: inherit;">.</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Egzersiz, depresyondan etkilenen insanlar için yaşamla daha fazla meşgu</span><span style="font-family: inherit;">l olmaya ve eksik olan bir yaşama sevincine katkıda bulunabilecek dönüştürücü bir deneyim olarak tanımlanmıştır. Depresyon yaşayan ve bununla başa çıkmak için egzersizi kullanmayı deneyen insanlar, egzersiz yaptıktan sonra canlanmış, sakinleşmiş veya zihinsel olarak daha berrak hissettiklerini </span><a href="https://ora.ox.ac.uk/objects/uuid:79569ca1-8077-4c58-b145-faf6a04f7742/download_file?file_format=pdf&hyrax_fileset_id=mae6cf827ce7b02616296fe160469dc31&safe_filename=Yardley%2Bet%2Bal%2C%2BA%2Bforward%2Bmovement%2Binto%2Blife%2B-%2BA%2Bqualitative%2Bstudy%2Bof%2Bhow%2C%2Bwhy%2Band%2Bwhen%2Bphysical%2Bactivity%2Bmay%2Bbenefit%2Bdepressi.pdf&type_of_work=Journal+article" style="font-family: inherit;" target="_blank">belirtmişlerdir</a><span style="font-family: inherit;">: Bisiklete binmeye başlayan bir kadının araştırmacılara söylediği üzere, üzerimizdeki "örümcek ağlarını temizlemek" gibi.</span></div><div style="text-align: left;"><p></p><p><span style="font-family: inherit;">Gerçekten de araştırmalar, birkaç hafta veya ay boyunca rutin olarak egzersiz yapmanın depresyon belirtilerinde klinik olarak anlamlı bir azalmaya yol açabileceğini <a href="https://kclpure.kcl.ac.uk/portal/files/48157113/1_s2.0_S0022395616300383_main.pdf" target="_blank">göstermiştir</a>. Ayrıca psikoterapi veya farmakolojik müdahaleler gibi standart tedavilerle birlikte egzersizi reçete etmek, bu tedavilerin etkinliğini <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0165032721010028" target="_blank">artırabilir</a>. Küresel kılavuzlar, yetişkinlerin sağlık yararları elde etmek için her hafta 150-300 dakika orta ila şiddetli fiziksel aktiviteye katılmalarını önermesine rağmen bunun depresyona yönelik faydaları daha düşük dozlarda ve yoğunluklarda bile <a href="https://link.springer.com/article/10.1007/s40279-017-0724-0" target="_blank">deneyimlenebilir</a>. Bisiklete binme, yüzme, tempolu yürüyüş ve koşu, kuvvet veya direnç egzersizi veya <a href="https://bjsm.bmj.com/content/55/17/992.long" target="_blank">yoga </a>ya da pilates gibi düşük yoğunluklu egzersiz gibi çok çeşitli egzersizlerden herhangi birini kişinin rutinine entegre etmek, zaman içinde depresyonu tedavi etmek veya yönetmek için faydalı olabilir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Çok daha az bilinen bir şey ise anında olumlu bir etkiye sahip terapötik bir araç olarak egzersizin depresyonda akut semptom yönetimine yardımcı olma potansiyelidir. Bir egzersiz ne kadar hızlı bir fark yaratabilir? Egzersizin 'daha iyi hissetmeye' yönelik etkisi 1960'lardan beri <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1469029213000460" target="_blank">lanse ediliyor</a> ve 'endorfin yüksek' ve 'koşucu yüksek' gibi terimler halka açık sözlükte iyi yerleşmiş durumda. Egzersizden sonra uçarı hissetmeye yönelik anekdotlar, genel popülasyondan elde edilen ampirik kanıtlarla <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1469029206000069" target="_blank">desteklenmektedir</a>. Depresyonlu kişiler egzersizin benzer iyi hissetme etkisini deneyimleyebilirlerse bunun sınırlı bir miktarı bile kalıcı düşük ruh hali, haz alma yeteneğinin azalması, yorgunluk ve değersizlik hissi ile özdeşleşen depresyonun bazı belirtileri üzerinde hızlı ve kısa süreli bir etkiye sahip olabilir. Yine de depresyonu olanlar, değişime dirençli olumsuz duyguların yanı sıra, bir egzersiz seansından sonra sevinç duygusunu köreltebilecek "ödül işleme yetersizliği" yaşarlar.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Egzersizin akut faydalarının depresyondan etkilenen insanlara yansıyıp yansımadığını belirlemek için biz ve meslektaşlarımız yakın zamanda şu ana kadar yürütülen ilgili araştırmaların sonuçlarını belirlemeye ve sentezlemeye başladık. Depresyondan etkilenen kişilerde tek bir egzersiz seansının ardından kişinin bildirdiği ruh hali ve duygulardaki değişiklikleri inceleyen 18 deneysel çalışma belirledik.</span></p><p><span style="font-family: inherit;"><a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0165032722006024" target="_blank">Analizimiz</a>, umut verici bir şekilde, ortalama olarak olumlu modun ve enerjinin 20-60 dakikalık bir egzersiz seansının hemen öncesinden hemen sonrasına kadar önemli ölçüde arttığını göstermektedir. Dahası, olumsuz ruh halleri önemli ölçüde azalır. Bu olumlu sonuçlar, hem klinik örneklemlerde (aktif olarak depresyon tedavisi alan kişiler) hem de genel toplum örnekleminde (yüksek depresyon semptomları olan ancak tedavi almayan kişiler), farklı egzersiz türlerinde (bisiklete binme, yürüme, ağırlık çalışması) ve farklı egzersiz ortamlarında (spor salonunda, parkurda) görülmüştür. Egzersiz seansının uzunluğu; insanların ruh hallerini iyileştirmedeki etkililiği değiştirmemiştir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Uzun yıllar boyunca egzersiz yapmanın insanları neden iyi hissettirdiğini açıklamak için önerilen ana teoriler, endorfin ve dikkat dağıtıcılara yönelik hipotezlerdi. Endorfin hipotezi, egzersiz sırasında beta-endorfin salınımının öfori duygularına yol açtığını öne sürer. Dikkat dağıtma hipotezi, egzersizin, ruh hali üzerinde olumsuz etkisi olan hoş olmayan deneyimlerden bir uzaklaşma sağladığını öne sürer. Bununla birlikte, depresyonlu kişiler de dahil olmak üzere, insanların egzersizden elde ettikleri ani ruh hali artışı için daha makul mekanizmalar olabilir. Örneğin, egzersiz sırasında beynin ruh hallerini deneyimleme ve düzenleme ile ilgili alanları arasındaki iletişim <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0167876021000283?via%3Dihub" target="_blank">artar</a>. Araştırmacılar ayrıca potansiyel bir mekanizma olarak endokannabinoid sisteme <a href="https://journals.lww.com/acsm-msse/Fulltext/2019/09000/Serum_Endocannabinoid_and_Mood_Changes_after.15.aspx" target="_blank">işaret ettiler</a>. Esrardaki tetrahidrokannabinol (THC) bileşeninin endojen versiyonu olan endokannabinoidler, depresyondan etkilenen kişilerde daha düşük konsantrasyonlarda bulunur ancak egzersiz sırasında önemli ölçüde artar. Egzersiz, <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0006322308005799?via%3Dihub" target="_blank">diğer </a>antidepresan tedavilerin etkisine benzer şekilde beyin türevli nörotrofik faktör (BDNF) konsantrasyonunu da akut olarak <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0306453018307911?via%3Dihub" target="_blank">artırabilir</a>.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Egzersizin iyi hissetme etkisi geçici olabilir ancak depresyonda uzun vadeli iyileşmelere katkıda bulunma potansiyeline sahiptir. Sürekli olarak depresyon belirtileri deneyimlemek, kendini aşağılama, ruminasyon, kaçınma ve ödüllendirici davranışları sürdürme motivasyonunun azalması gibi kendi kendini devam ettiren “aşağı doğru sarmallara” <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0272735810000425" target="_blank">yol açabilir</a>. Egzersiz sırasında yaşananlar gibi depresif belirtilerde ani azalmalar, bu aşağı doğru sarmalları bozmaya yardımcı olabilir. Ek olarak, daha olumlu modlar ve enerjideki artışlar, insanları ödüllendirici faaliyetlere (örneğin, hobiler, sosyal etkileşimler) katılmaya teşvik edebilir ve depresyon belirtilerinin üstesinden gelmek için kaynaklarını (sosyal bağlılık gibi) geliştirmelerine yardımcı olabilir. Araştırmalar, bir egzersiz seansı sırasında ruh halindeki değişikliklerin, depresyondan etkilenen insanlar için bir tedavi seçeneği olarak rutin egzersizin genel etkinliğinin <a href="https://www.psychiatrist.com/jcp/depression/postexercise-affect-as-predictor-of-response-in-depression/" target="_blank">yordayıcısı </a>olduğunu göstermektedir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Fiziksel aktivitenin zaman içinde depresyon tedavisinde etkili olmasının nedenleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Beyin yapısındaki değişiklikler veya benlik saygısındaki gelişmeler gibi mekanizmalar öne sürülmüştür ancak bunlarla ilgili kanıtlar şu anda eksiktir. Son araştırmalarımıza dayanarak, her egzersiz seansının depresyonlu kişilerde kısa vadeli, iyi hissetme etkisi ve aktif olmanın uzun vadeli antidepresan etkilerini açıklamada yardımcı olabilecek mekanizmalar listesine eklenmelidir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Fiziksel aktivitenin duygusal faydaları hakkında öğrendiklerimiz göz önüne alındığında anlamlı bir etkiye sahip olması birkaç hafta sürebilen (ve bazı erken yan etkileri olabilen) antidepresanlar gibi diğer tedavilere göre bazı avantajları olabilir. Antidepresanlar, depresif bozukluklarda yaşanan olumsuz duyguları azaltmada etkili olabilse de olumlu duyguları arttırmada <a href="https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/2167702619863427" target="_blank">daha az etkili</a> görünmektedir. Bu, fiziksel aktivitenin, diğer kanıtlanmış tedavilere ek olarak, belirtilerin ilerlemesini engellemeye yardımcı olmak için depresif bozukluğun en erken belirtisinde reçete edilmesi gerektiğini göstermektedir. Buna göre, Avustralya ve Yeni Zelanda Psikiyatristler Koleji ve İngiltere ve Gallerdeki Ulusal Sağlık ve Bakım Mükemmelliği Enstitüsü, diğer kuruluşların yanı sıra, hafif ve şiddetli depresyonun tedavisi ve yönetimi için kılavuzlarında egzersizi bir <a href="https://www.nice.org.uk/guidance/ng222/chapter/Recommendations#treatment-for-a-new-episode-of-more-severe-depression" target="_blank">tedavi seçeneği</a> olarak <a href="https://www.ranzcp.org/practice-education/guidelines-and-resources-for-practice/mood-disorders-cpg-and-associated-resources" target="_blank">önermektedir</a>.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Egzersiz yapmak bazen güçlü bir motivasyon gerektirir ve herkesin tercih ettiği iyileşme şekli olmayabilir. Ruh halini yönetmek, depresyonlu insanları fiziksel olarak daha aktif olmaya motive etmede kilit bir <a href="https://www.cambridge.org/core/journals/psychological-medicine/article/motivating-factors-and-barriers-towards-exercise-in-severe-mental-illness-a-systematic-review-and-metaanalysis/1802F617B64F75CF6721FE59A2F73D1F" target="_blank">faktör </a>olsa da, olumsuz ruh hali ve enerji eksikliği de genellikle üstesinden gelinmesi gereken engellerdir. Bu nedenle, ruh sağlığı hizmeti sağlayıcılarından yeterli destek ve izlem, fiziksel aktiviteye katılımı sağlamak için gerekli olabilir. 20 dakika gibi kısa egzersiz seanslarının faydaları olduğu gösterildiği için herhangi bir süre egzersiz yapmak hiç yapmamaktan daha iyidir ve zamanla fiziksel aktivite seviyelerini yükseltmek için küçük, artımlı adımlar bile faydalı olabilir. Depresyonlu kişiler, zevkli buldukları davranışı zamanla artırmanın ve sürdürmenin anahtarı olabilecek, yönetilebilir egzersiz biçimlerine odaklanmalıdır.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Halihazırda depresyonu olan insanlar, nispeten <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0165032716314355" target="_blank">düşük seviyelerde</a> fiziksel aktivite yapma eğilimindedir. Bazı ruh sağlığı uzmanları, hastalarına egzersiz reçetelemenin önünde bazı <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1755296617301072" target="_blank">engellerin </a>bunun nasıl yapılacağına dair eğitim eksikliğinden kaynakladığını düşünüyor. Ancak ABD Ulusal Yaşlanma Enstitüsünün ilk direktörü Robert N. Butler'ın bir keresinde <a href="https://journals.sagepub.com/doi/10.2190/AM1W-RABB-4PJY-P1PK">belirttiği </a>gibi: "Egzersiz bir hapın içine sığdırılabilseydi ülkedeki en yaygın şekilde reçete edilen ve en faydalı ilaç olurdu". Depresyondan etkilenen insanlara egzersizle bağlantılı çok sayıda faydayı deneyimleme fırsatı verilmesini sağlayacaksak, hasta bakımına dahil olan herkesin bunu artırmak için koordineli çabaları olmalıdır.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Akıl sağlığı üzerindeki etkileri için egzersizi kullanmakla kişisel olarak ilgileniyorsanız, 5 kilometrelik antrenman yapmak zorunda değilsiniz. Bunun yerine (örneğin) <a href="https://aeon.co/essays/why-forests-and-rivers-are-the-most-potent-health-tonic-around">doğada </a>kısa bir yürüyüşe çıkabilir veya bir <a href="https://www.youtube.com/user/yogawithadriene/videos">yoga </a>videosu ile devam edebilirsiniz. Ayrıca, daha fazla eğlence için diğer insanları veya tüylü evcil arkadaşlarınızı aktivitenize dahil etmeyi düşünün. İlk başta egzersiz yapmanın önündeki engeller yüksek görünse de faydaları hızla takip edilebilir.</span></p><p>Matthew Bourke, Western Ontario Üniversitesinde doktora sonrası araştırma görevlisidir. Fiziksel aktivitenin ruh sağlığı ve iyiliği üzerindeki faydalarını araştırmaktadır. </p><p></p><p>Rhiannon Patten, Victoria Üniversitesi Sağlık ve Spor Enstitüsünde doktora sonrası araştırma görevlisidir. Çeşitli koşullardan etkilenen çok çeşitli bireylerde fiziksel aktivitenin fiziksel ve zihinsel sağlık üzerindeki etkisini inceler.</p><p style="text-align: center;">Bu yazının özgün hali <a href="http://Psych.co">Psych.co</a> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://www.blogger.com/u/2/blog/post/edit/3432088206323537859/2874520092797013942#" target="_blank">buradan </a>ulaşabilirsiniz.</p></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-61826648712204016852022-10-10T16:47:00.001+03:002022-10-27T18:01:09.748+03:00Beyin Taramaları Özünde Bize Ne Söyleyebilir?<p style="text-align: left;"></p><span style="text-align: center;"><div style="text-align: center;">Bu yazının özgün hali <a href="http://templeton.org" style="text-align: left;">templeton.org</a> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://www.templeton.org/news/what-can-brain-scans-really-tell-us" style="text-align: left;" target="_blank">buradan</a><span style="text-align: left;"> </span>ulaşabilirsiniz.</div></span><div><div style="text-align: center;"><br /></div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://www.templeton.org/wp-content/uploads/2022/09/Brain-Scans_BANNER-scaled.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="800" height="400" src="https://www.templeton.org/wp-content/uploads/2022/09/Brain-Scans_BANNER-scaled.jpg" width="800" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kaynak: templeton.org</td></tr></tbody></table><p></p><div><span style="font-family: inherit;">1990'da işlevsel manyetik rezonans görüntülemenin (fMRI) başlangıcından bu yana, insanlar beyin taramalarının insan zihninin, davranışlarımızın ve inançlarımızın gizemlerini çözme potansiyeline hayran kaldılar. Beyin taramalarına yönelik birçok nefes kesen uygulamalar geliştirildi ancak konu hakkındaki abartılı ifadeler çoğu zaman ampirik bilimin sunabileceklerini aşıyor. Şunu sormanın zamanı geldi: <b>Sinirbilimin büyük resmi nedir ve beyin taramalarının sınırlılıkları nelerdir?</b></span></div><p></p><p>Scripps College'da psikoloji, veri bilimi ve sinirbilim doçenti <a href="https://www.scrippscollege.edu/academics/faculty/profile/michael-spezio" target="_blank">Michael Spezio</a>, herhangi bir araştırma çabasının özgül amaçlarının, kime sorduğunuza ve sürece hangi finansman kuruluşunun dahil olduğuna bağlı olduğunu söylüyor. Bazıları, sinirbilimin insan bilişini ve davranışını tamamen mekanik bir süreç olarak açıklama potansiyeline sahip olduğuna ve sonuçta bir “özgür irade yanılsaması” nı çürüttüğüne inanıyor. Tüm sinirbilimciler, özgür iradenin bir efsane olduğu konusunda hemfikir değil, ancak bu günlerde güçlü bir akım olduğu söylenebilir. Sinirbilimin finans, yapay zeka, silah araştırmaları ve ulusal güvenlik alanlarında da uygulamaları vardır.</p><p>Araştırmacılar ve fon sağlayıcılar için sinirbilimin özgül amacı; tıbbi görüntüleme, genetik, proteinlerin incelenmesi (proteomik) ve nöral bağlantılar (konnetomik) gibi konuları araştırmaktır. Spezio, biyolojik, nörolojik, fiziksel, sosyal ve ruhsal bireyler olarak, dikkatli düşünmek ve insanlığımızı ve kendimiz için kurduğumuz bazı tuzaklardan kurtulmanın olası yollarını anlamak için sinirbilimi kullanabiliriz, diyor. Keza, beyin taramaları, araştırmalarını maneviyat, kendindelik/mindfulness ve zihin teorisi (başkalarının davranışlarını açıklamak veya tahmin etmek için duygular, değerler, empati, inançlar, niyetler ve zihinsel durumların farkındalığı) üzerine genişletebilir.</p><h4 style="text-align: left;">Ortalamalar ve Nöroçeşitlilik</h4><p>Gruplar üzerinden bakarak bir kişinin davranışını tahmin etmek sorunlu olabilir. Spezio, büyük insan grupları arasında beyin taramaları yapıyoruz ve genellikle ortalama bir insanın yanlış anlatısını satın alıyoruz, <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%B6ro%C3%A7e%C5%9Fitlilik" target="_blank">nöroçeşitliliği</a> kabul etmiyoruz, diyor. Beş bin kişinin beyin taraması yapılarak tüm bu beyin görüntüleri tek bir sonuç elde etmek için bir araya getirilir. Ancak ortalama, taranan tüm kişilerin doğru bir temsili değildir. İnsanlığı tüm çeşitliliği ve zenginliğiyle anlamaya çalışırken ortalamalar üzerinden iddialarda bulunmak tehlikeli olabilir.</p><p></p><blockquote style="text-align: center;"><i>Yalnızca ortalamalara bakmak, insan farklılıklarını yersiz bir patolojiye dönüştürebilir.</i></blockquote><p></p><p style="text-align: left;">Herhangi bir bağlamda - iş, ilişkiler, eğitim ve başka yerlerde - farklılıklar beklendiktir. Spezio, örneğin, farklı bir öğrenme stiline sahip bir çocuğun "<i>patolojik</i>" olarak atfedilebileceğini söylüyor.</p><h4 style="text-align: left;">Sol Beyinli veya Sağ Beyinli Düşünürler?</h4><p style="text-align: left;">Başka bir sorun da hatalı, popüler teoriler ve fütüristik çıkarımlar oluşturmak için eski araştırmaları kullanma durumudur. Örneğin, <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%B6l%C3%BCnm%C3%BC%C5%9F_beyin" target="_blank">ayrık beyin teorisi</a>, beynin işlevlerinin ayrıldığını belirten bilimsel dogmaya dayanıyordu: Örneğin, dil sol yarıkürede ve duygular sağ yarıkürede işlemlendiği iddiası. Bu fikirler, konektomiden önce nörolojiden ortaya çıktı ve revize edildi. Araştırmalar, sağ ve sol yarımkürelerin derinden birbirine bağlı olduğunu gösteriyor. Ara bağlantısallığın kaybı, bir yarık oluştuğunda meydana gelir ve ardından her yarım küre buna uyum sağlar ve beyin daha özelleşmiş hale gelir. Bununla birlikte, Spezio, yanlış ve çürütülmüş olan bölünmüş beyin teorisinin popülerliğini koruduğunu söylüyor.</p><h4 style="text-align: left;">Sınıflar ve Kategoriler</h4><p style="text-align: left;">Geçmişte, beyinle ilgili bazı fikirler insanları sınıflandırmak veya onları genetik, yetenek ve sınırlamalara göre - gerçek veya hayali - sıralamak için abartıldı. Sonuç, ABD, Almanya ve Sovyetler Birliğindeki tüm insan gruplarına karşı ayrımcılık oluştu. Bu tür bir ayrımcılık modası geçmiş gibi görünse de günümüzde bazı araştırmacılar otizmli kişilerin zihin teorisine sahip olma yeteneklerini sorguladılar. Spezio, araştırmanın gerçek kanıtlarla desteklenmediğini ve birçok yanlış inanç yarattığını söylüyor. Aslında otistik bireylere yönelik derin<a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Zihin_teorisi" target="_blank"> zihin teorileri</a> mevcuttur ve çoğu otistik birey aşağılandıklarını anlayabilirler.</p><h4 style="text-align: left;">Evet, Yapabiliriz</h4><p style="text-align: left;">Bazı kontrollü deneysel çalışmalarda, beyin bilimi bize bir kişinin ne gördüğünü veya duyduğunu söyleyebilir. Ancak taramalar, basit tasarım görevlerinin ötesinde bir kişinin değerlerini veya niyetlerini okuyamaz. Bazen beyin taramaları alışkanlıkları tahmin edebilir. Spezio, insanlara belirli bağımlılıklarla ilgili görüntüler gösterilirse araştırmacıların hangi kişilerin iyileşme sürecinde olduğunu ve hangi kişilerin bu bağımlılığı hiç yaşamadığını tahmin edebileceğini söylüyor.</p><p style="text-align: left;">Ayrıca, bir kişi belirli bir duyguyu deneyimlediğinde veya belirli bir düşünce süreciyle meşgul olduğunda beyin taramaları, beynin yerelleşmiş bölgelerindeki kan akışının ve kimyasalların görüntülerini üretebilir. Bazı araştırmacılar ve uygulayıcılar için yerelleştirmeyi anlamak perspektif sağlayabilir, nesnelliği artırabilir ve yeni yaklaşımlara ilham verebilir. Örneğin, özelikle, beynin yeni bilgileri nasıl işlediğini öğrenen eğitimciler, yeni öğretim yöntemleri geliştirdiler.</p><h4 style="text-align: left;">Hayır, Yapamayız</h4><p style="text-align: left;">Spezio, beyin taramalarının bize bir kişinin ne düşündüğünü kesinlikle söyleyemediğini ve beyin taramalarıyla zihin okuma görüşünün abartıldığını söylüyor. Tanık ifadelerini kanıtlamak veya çürütmek için beyin taramalarını yasal bir bağlam veya hukuk dışı faaliyetlere alırsak bir kişinin ne düşündüğünü görebileceğimize inanmak tehlikelidir. Ek olarak, beyin taramaları bize bir kişinin neye değer verdiğini de söyleyemez.</p><p style="text-align: center;"><i>Bununla birlikte, beyin bilimini resmi matematiksel modellerle birleştirebilir ve zihnin nasıl çalışabileceğini teorileştirebiliriz. Ancak matematiksel modeller olmadan beyin taramaları yanıltıcı olabilir.</i></p><p style="text-align: left;">Ayrıca beyin taramaları tek başına bir kişinin bir eylem için motivasyonunun özüne ulaşamaz, bu bir deneydeki basit seçimlerin ötesinde bir konudur. Yine de beyin taramaları matematiksel modellerle bir kişinin başka bir kişinin niyetini anlamak için kaç adım attığına dair fikir verebilir.</p><p style="text-align: left;">Psikolog ve sinirbilimci Russell Poldrack, "<i>The New Mind Readers: What Neuroimageing Can and Cannot Reveal About Our Thoughts</i>" kitabının yazarı, fMRI yalan tespiti ile ilgili bazı konularda açıklamalarda bulunuyor. Deney ekibi, araştırma için yalan söylemeleri söylenen çoğunlukla sağlıklı genç yetişkinlerle çalışıyorlar. Denekler, yalanı yıllarca prova etmiş olabilecek bir suçlu sanıkla karşılaştırıldığında bir yalanı maskeleme konusunda daha az motive olabilir. Ayrıca, nefes tutma ve baş hareketleri gibi basit karşı önlemler verileri çarpıtabilir ve değersiz hale getirebilir.</p><h4 style="text-align: left;">Potansiyel Uygulamalar</h4><p>Gelecekte, beyin taramaları sağlık hizmetlerinde çok daha fazla kullanılabilir. Bir kişinin davranışında ani ve açıklanamayan bir değişiklik varsa ve madde kötüye kullanımı, kan testleri ve potasyum seviyeleri kontrol edildiyse, beyin taraması diğer teşhis araçlarını destekleyebilir.</p><p>Spezio, ayrıca, ailelerin destekleyici topluluklar oluşturabilmeleri ve çocukların hayata farklı bir beyin tipiyle başladıklarını anlayarak büyüyebilmeleri için nörolojik bozuklukları belirlemek için çocukların ve üç aylık bebeklerin - ebeveynlerin iznine bağlı olarak - taranabileceğini söylüyor.</p><p>Vaatler ve tehlikeler herhangi bir bilimin parçası olmaya devam edecek. Haber bültenleri “Vay be!” dedirtebilmek için yazılır ama her zaman gerçeği yansıtmazlar. Büyük ve etkileyici görünen şey, yalnızca araştırmanın bir avuç katılımcısından elde edilmiş olabilir. Bu nedenle en güncel sinirbilim keşiflerinin yüzyıllardır süren anlaşmazlıkları çözdüğü sonucuna varmadan önce varsayımlarımız ve anlamakta zorlandığımız şeyi aşırı basitleştirme eğilimimiz hakkında daha çok düşünmeliyiz.</p><p><br /></p><p>Rosie Clandos bir bilim yazarı ve <i>Turn on Hope Street: Stories, Faith and Neuroscience</i>'ın yazarıdır.</p><p><span style="text-align: center;">Bu yazının özgün hali </span><a href="http://templeton.org">templeton.org</a><span style="text-align: center;"> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline </span><a href="https://www.templeton.org/news/what-can-brain-scans-really-tell-us" target="_blank">buradan</a> <span style="text-align: center;">ulaşabilirsiniz.</span></p></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-66332444865053573412022-09-06T12:17:00.004+03:002022-09-06T12:20:59.101+03:00Yas Sürecinin Felsefi Açıdan Bir Tesellisi Olabilir mi?<div class="separator"><p style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEja8ng_2t2E0ODVUwFg-5muQJqfkTnDnhZhhYzj9mGnpUemlct0d3UuxDeXpoNeEGOgab0c9MO-Y_Gnm7zkbLf4_Dn3gsTgfTvnler2I9tc50lH0MQgurAo7ntZkesPaSYkBAoRjfIHAwY2FU2s_yhe3ji4giyxpVeHtemgVOX9aInR-tTCM7jjSeh-8g" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="850" data-original-width="1500" height="362" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEja8ng_2t2E0ODVUwFg-5muQJqfkTnDnhZhhYzj9mGnpUemlct0d3UuxDeXpoNeEGOgab0c9MO-Y_Gnm7zkbLf4_Dn3gsTgfTvnler2I9tc50lH0MQgurAo7ntZkesPaSYkBAoRjfIHAwY2FU2s_yhe3ji4giyxpVeHtemgVOX9aInR-tTCM7jjSeh-8g=w640-h362" width="640" /></a></div><p></p></div><p></p><p>1967'de iki psikiyatrist, Thomas Holmes ve Richard Rahe, farklı önemli yaşam olaylarının yıkıcılığını ölçen bir ölçek geliştirdiklerini bildirdiler. Holmes ve Rahe yüzlerce kişiden çeşitli olayları, her birinin yaşamlarında ne kadar yeniden düzenleme gerektireceğini düşündüklerine göre derecelendirmelerini istedi. En yüksek puana sahip 20 olaydan üçü, katılımcıların tanıdıklarının ölümü üzerineydi: Yakın bir arkadaşın ölümü (ölçeğe göre 37 puan), yakın bir aile üyesinin ölümü (63), ve en üst sıralarda, kişinin eşinin ölümü (100).</p><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://healwithnature.com/wp-content/uploads/2020/04/Holmes-Rahe-screenshot-768x432.png" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="432" data-original-width="768" height="225" src="https://healwithnature.com/wp-content/uploads/2020/04/Holmes-Rahe-screenshot-768x432.png" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Ölçeğe göre diğer kayıp biçimleri ve ortalama puanları<br /><br /></td></tr></tbody></table><p></p><p>Bu bulgular, başkalarının ölümlerine verdiğimiz yoğun tepkilerin değeri hakkında - yasın değeri hakkında - önemli felsefi soruları gündeme getiriyor. Yas şüphesiz can sıkıcıdır. Genellikle aylar olmasa da haftalarca süren çalkantılı duygular barındırır: Yasın merkezindeki üzüntü veya keder, ve bunlara eşlik eden endişe, suçluluk veya öfke gibi diğer 'olumsuz' duygular.</p><p>Gerçekten de, ilk bakışta yas, insana nerdeyse hiçbir şey kazandırmazmış gibidir. Yine de, hayatımızın yas olmadan daha iyi olacağı düşüncesi yanlış yönlendirilmiş bir düşünce gibi görünüyor. Şunu düşünelim: İnsanlar standart olarak başkalarının acı çekmesini önlemeye çalışmanın ahlaki açıdan takdire değer olduğunu varsayarlar. Yine de yas durumunda çoğumuz başka birinin acısını tamamen gidermeye çalışmak konusunda anlaşılır bir şekilde tereddüt ederiz. Yakınını kaybetmiş bir arkadaşın acısını silebilecek bir hapınız olsaydı, arkadaşınıza bu tür<a href="https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1111/j.2041-6962.2004.tb01936.x" target="_blank"> bir 'yas tedavisi' önermek ahlaki olarak duyarsızlık olurdu</a>. Başkalarının acılarını hafifletmek amacıyla sıradan bir ahlaki görevimiz gibi doğrudan onların yasını azaltmaya çalışmak pek de uygulanabilir gibi görülmüyor, bu durum aslında yas ile ilişkili acıların bir şekilde bizim için değerli olduğunu gösteriyor. Bu nedenle bu acılı süreci hiç deneyimlememek, onu deneyimlemekten daha kötü görünüyor.</p><p><i>Yas paradoksu</i> dediğim şeyi oluşturan bir dizi fikir, yası şu şekilde ele alır:</p><p>(1) Yas kötü hissettirir ve bu nedenle ondan kaçınılmalı veya yakınılmalıdır.</p><p>(2) Yas öyle değerlidir ki biz (ve diğerleri) ondan tamamen kaçınmamalı ve yas tuttuğumuz için minnettar olmalıyız.</p><p>Bu paradoks çözülebilir mi? (1)'i reddetmek, yasın kötü hissettirdiği iddiasını reddetmek olacaktır ki bu da inkar etmesi güçtür. Paradoksu çözmenin daha umut verici yolu, (2)'yi savunmaktır: Yasın değerli olduğunu ve bu nedenle kötü hissedilmesine rağmen yastan kaçınılmaması veya yakınılmaması gerektiğini gösterilmelidir. Böylesi bir fikri savunmak, yasın <i>erdemini </i>tanımlanmayı gerektiriyor.</p><p>İnsani erdemler ile ilgili sorular felsefenin alanı olsa da filozoflar diğer konulara kıyasla yas hakkında nispeten çok az şey söylemişlerdir. Filozofların söyledikleri bazen yasa karşı şaşırtıcı bir düşmanlık içinde olduklarına işaret etmektedir. Örneğin Platon, <i>Phaedo </i>diyaloğunda ustası Sokrates'in son anlarını anlatır. Sokrates ölümcül baldıran otu bardağını yemeye hazırlanırken, arkadaşlarını ve takipçilerini ölüm ihtimaline ağladıkları için azarlar. Sokrates, ölümünün kendisi için kötü olacağına yönelik yanlış bir inanç içinde oldukları için sevdiklerinin yaslarının yanlış bir inancı yansıttığını söyler. Onlara, ruhunun ölümsüz olduğunu ve ölümün onun beden "hapishanesinden" kurtuluşunu temsil ettiği için ölümünün <i>kendisi için </i>bir fayda/erdem getireceğini belirtir.</p><p></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7CNLS7DA6Sd4xctgJ_-tACABxAOJLRWFgU2IFJ1fyvk9IFWAE9SRgxJwLil-60spRJHjp4ksl63Ze0m9fQVTTJyYVAfGO3oMPW9AAqrwvCYH9LGpDQbr5D6oiRXc9IieAGAu6AsfHeQ2f5RrYiZAro6PmBhWxJSwfTbjFLRUMzreCEXOA_ywJrkjALg/s1366/asd.png" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="768" data-original-width="1366" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7CNLS7DA6Sd4xctgJ_-tACABxAOJLRWFgU2IFJ1fyvk9IFWAE9SRgxJwLil-60spRJHjp4ksl63Ze0m9fQVTTJyYVAfGO3oMPW9AAqrwvCYH9LGpDQbr5D6oiRXc9IieAGAu6AsfHeQ2f5RrYiZAro6PmBhWxJSwfTbjFLRUMzreCEXOA_ywJrkjALg/s320/asd.png" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="text-align: left;">Bakınız: </span><a href="https://www.hemrekocalar.com/2017/02/sokratesin-olumu-death-of-socrates.html" style="text-align: left;" target="_blank">Sokratesin Ölümü</a></td></tr></tbody></table><p>Sokrates'in metafiziği bir yana, yas konusunda yanılan odur. Arkadaşları ve takipçileri, ölümünün kendisi için bir kayıp olmadığı konusunda hemfikir olabilirler, ancak üzüldükleri şey<i> kendileri için </i>bir kayıptır - yoldaşlarını ve öğretmenlerini kaybediyorlardır. Bu açıdan, yasın reddedilmesi, kişilerarası ilişkilerin değerine ilişkin biraz kaba bir anlayışı yansıtıyor gibi görünüyor. Seneca'nın <i>Moral Letters to Lucilius</i>'ta önerdiği gibi, yakın ilişki içinde olduğumuz kişiler, kaybedilen bir gömlek gibi yerine yenisini alarak değiştirebileceğiniz eşya değildir. İlişkilerimiz, yalnızca sağladıkları faydalar için değil, aynı zamanda yaşamlarımızın etrafında yönlendiği merkezi layihalar veya bağlılıklar olarak özünde de değerlidir. Nihayetinde biz insanlar başkalarının ölümlerinin bizim için ne denli önemli yitim olduğuna ve hayatımızda yeri doldurulamaz bir rol oynayanların kaybına yas tutarız.</p><p>Benim değerlendirmeme göre hayatlarımızda temel bir yeri olan kişilerin ölümlerine yas tutmamız, yastan kaçınılmaması veya yakınılmaması gerektiği fikrini savunmanın ve yas paradoksunun çözümünün anahtarıdır. Yaşamımız boyunca herkesin ölümünün yasını tutmuyoruz - nitekim, muhtemelen bu imkansızdır da. Yalnızca <i>özdeşlik oluşturan bir ilişkiye</i>, kendimiz ve yaşamlarımız için en önemli olanı anlamamızın merkezinde yer edinen bir ilişkiye ve sahip olduğumuz kişilerin ölümlerine <a href="https://www.cambridge.org/core/journals/journal-of-the-american-philosophical-association/article/abs/finding-the-good-in-grief-what-augustine-knew-that-meursault-could-not/20AFF8F45B395B722CF8A1DA39E3DBE1" target="_blank">üzülürüz</a>. İster bir eşin, bir ebeveynin, bir akrabanın ya da sevilen bir siyasi veya kültürel şahsın ölümü olsun, geçmişimiz ve geleceğimiz için çok önemli olan birinin ölümü, doğal olarak yasla bağlantılı acı verici duygulara neden olacaktır. Bu ölümler bizde de bir tür kimlik bunalımını uyandırabilir. Hayatımızda yeri doldurulamaz bir rolü olan birinin ölmesi, kendimize dair bir duyguyu kaybetmemizdir. Yas tutan birçok insan, kayıplarını kimlikle ilgili terimlerle tanımlar ("<i>Kendimden bir parçayı kaybettim</i>") ve sanki tanıdık yaşanmış dünyaları pek mantıklı değilmiş gibi bir yönelim bozukluğu hissi <a href="https://www.press.jhu.edu/books/title/11981/and-after-loss" target="_blank">bildirirler</a>.</p><p></p><div style="text-align: left;"><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://m.media-amazon.com/images/I/51QRFhEBUNL._AC_SY780_.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="378" height="400" src="https://m.media-amazon.com/images/I/51QRFhEBUNL._AC_SY780_.jpg" width="302" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Roman, annesinin ölümüne yas tutamayan bir kahramana odaklanır.</td></tr></tbody></table><br />Bence yas, bu kayıpları işaret eden duygusal bir durumdur. Bu, yasın öneminin bir parçasıdır. Duygularımız bize değer verdiğimiz şeyler hakkında bilgi verebilir. Korku, değer verdiğimiz şeylere yönelik olası tehditler konusunda bizi uyararak değerlerimiz hakkında bizi bilgilendirir; öfke, umursadığımız bir şeyin başka birinin haksız eylemleri nedeniyle zarar gördüğünü veya baltalandığını bize bildirir, vesaire. Yas durumunda hissettiğimiz şey, şu anda ölen kişiyle ilişkimizde neye değer verdiğimiz hakkında duygusal açıdan güçlü bir şekilde bize bildirir. Yas, o kişinin günlük yaşamımıza ne kattığını, kendi hedeflerimizi ve kararlılığımızı nasıl şekillendirdiğini ve ne gibi imrendiğimiz, takdire şayan özellikler (ve bazen kaçınmak isteyebileceğimiz daha az takdire şayan özellikler) sergilediğini anlamamızı sağlar; yaşadığımız incinme hissi, bunları fark etmemize ve üzerinde düşünmemize neden olur. Yas dönemleri, acı vericilik açısından bizim için iyi olmasa da tüm acı verici duygulardan arındırılmış bir yas sürecine kıyasla daha değerlidir çünkü duygulardan arınmış yas süreci bizi kaybettiklerimizle ilgili kritik bilgilerden mahrum bırakır. Öyleyse, yasın acıları, bize kaybı anlamak için bir araç olarak hizmet etmesi için esastır.</div><p></p><p>Yas, kaybın üstesinden gelmemizde yardım edici bir role sahiptir. Yas can sıkıcı olduğu için kaybı nasıl yaşayacağımızı anlamamız bizi motive eder. Bu, merhumla ilişkilerimizi bitirmek anlamına gelmez. Çoğu durumda, zevklerimizi ve değerlerimizi etkilemeye devam ettikleri ve başka hiçbir şey değilse bile, onlarla olan ilişkilerimiz hafızamızda devam ettiği için ölen kişiyle ilişki kurmaya devam ederiz. Elbette ilişkilerimiz eskisi gibi tamamen aynı şartlarda devam edemez. Ölen amcamızla balığa gidemeyiz, ölen bir eşle tatil planlayamayız ya da vefat etmiş eski arkadaşlarımızla üniversite günlerimizi hatırlayamayız. Yas, bu tür ilişkileri nasıl değiştireceğimiz konusunda bize bol miktarda bilgi sunar. Yine, duygularımız bize neyi önemsediğimizi ortaya çıkarır. Yas ve onunla ilişkili duygular, ileriye dönük olarak, hayatımızın nasıl olmasını istediğimiz de dahil olmak üzere kimliğimizi ve değerlerimizi sorgulamamıza olanak sağlar.</p><p>Örneğin; dul kalan kişilerin genellikle eşleriyle paylaştıkları konutta yaşamaya devam edip etmeyeceklerine karar vermesi gerekir. Böyle bir karar, kişinin neye değer verdiğini açıklığa kavuşturmayı gerektirir: Diyelim ki o yerde yaşamanın değeri, şu anda ölen eşle paylaşılan bir ev olmasına bağlı mı? Bu tür bir soru, nihayetinde, eşin bir zamanlar kişinin planlarına ve kimliğine nasıl uyduğu – ve uymaya devam edebileceği – ile ilgilidir. Paylaşılan evden uzaklaşma olasılığı konusunda suçluluk hisseden bir dul, orada yaşamaya devam etmeyi, hayatını ölen eşiyle paylaşmaya devam etme taahhüdünü içeren bir seçim olarak görebilir veya tersine; konutta kalmaktan endişe duymak, bunun farklı bir anlamı olduğunu (örneğin, belki de ilişkide bir gerilim kaynağı olduğunu) ve farklı bir karara yol açabileceğini de düşündürebilir.</p><p>Aynı şekilde, duygusal tepkiler de bizim için önemli olan kişilerin ölümünün ardından yaptığımız diğer birçok seçimi bize anımsatmaya yardımcı olabilir: Vefat eden kişinin hangi eşyalarını alıkoymalı mı ya da başkasına mı vermeli; hangi hayır kurumları merhumun mal varlığını almalı; ölen kişinin sosyal medya profillerinin silinip silinmeyeceği kararı gibi. Yas, kayıpla nasıl yaşayacağımız konusundaki seçimlerimizi bizim yerimize yapamaz. Ancak yas duyguları, bu tür seçimlerde tehlikede olan değerleri kavramamıza yardımcı olur. Üzüntü ve kayıp duyguları, ölen kişinin bu niteliklerinin ve onların bizim üzerimizde etkileri ve en çok sürdürmek istediğimiz özelliklerimizi de öne çıkarabilir.</p><p>Bu nedenle, yas sırasında maruz kaldığımız duygular, değer verdiğimiz şeyleri daha net bir şekilde ortaya çıkarır. Sonuç? Üzüldüğümüzde, kimliklerimizi yeniden şekillendirmek ve kendimizi daha iyi tanımak için - bizim için önemli olan biri artık yaşamıyorken kim olacağımızı anlamak için - bize bir araç olur. Rainer Maria Rilke'nin yazdığı üzere, başkalarının ölümleri bizi 'yaralar' ve aynı zamanda 'bizi kendimizin ve o kişinin varlığının daha mükemmel bir kavrayışına doğru yükseltir'.</p><p>Yasın elbette her tezahürü faydalı değildir. Bazen yasın acısı <a href="https://aeon.co/essays/how-the-brain-responds-to-grief-can-change-who-we-are" target="_blank">dayanılmaz olur</a> (Ne yazık ki yas, intihar için bir <a href="https://ajp.psychiatryonline.org/doi/pdf/10.1176/appi.ajp.162.11.2178#:~:text=Suicide%20rates%20are%20higher%20among,of%20suicidal%20behavior%20in%20bereavement." target="_blank">risk faktörüdür</a>) Yine de, yasın, kendimizi kötü hissettirmesine rağmen, genellikle kendimizi tanıma fırsatı sunduğu gerçeği, yas paradoksunun nasıl çözülebileceğini bize işaret eder. Hiç şüphe yok ki yas süreci streslidir. Ancak yas, mümkün olduğunca çabuk çözüleceğini ummamız gereken utanç verici bir durum değildir; bilakis kayba uyum sağlamak için potansiyel açıdan güçlü bir aracıdır. Nitekim biz ölümlüler, bu nedenle yas tutabildiğimiz için minnettar olmalıyız.</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><a href="https://psyche.co/users/michael-cholbi" target="_blank"><b>Michael Cholbi</b></a>, Edinburgh Üniversitesinde felsefe profesörü ve kürsü başkanıdır. Etik l, pratik etik ve ölüm ile ölüm felsefesi alanlarında geniş çapta yayınları bulunmaktadır. Son kitabı <a href="https://press.princeton.edu/books/hardcover/9780691201795/grief" target="_blank">Yas: Felsefi Bir Rehber</a> (2022).</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Bu yazının özgün hali <a href="https://psyche.co/" target="_blank">Psych.co</a> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/there-is-consolation-in-a-philosophical-approach-to-grief" target="_blank">buradan </a>ulaşabilirsiniz.</div><br /><p></p>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-90220619253455883082022-08-24T16:53:00.001+03:002022-08-24T16:53:23.072+03:00Hedeflerinize Ulaşmak için İrade Gücünü Unutun Bunun Yerine Araç Kutunuzu Doldurun<p></p><p style="text-align: center;">Bu yazının özgün hali <a href="http://Psych.co" target="_blank">Psych.co</a> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/to-meet-your-goals-forget-willpower-and-fill-your-toolbox" target="_blank">buradan </a>ulaşabilirsiniz.</p><p><span style="font-family: inherit;"><i>Daha sık egzersiz yapmak. Sosyal medyada daha az zaman harcamak. Partnerinize karşı daha nazik olmak. İşyerindeki zorbalıklara karşı daha dik bir duruş sergilemek.</i> Her birimizin, hayatımızı daha iyi hale getireceğini bildiğimiz ve yapmak istediğimiz birçok kişisel değişiklik var ancak yine de ilk adımları nasıl atacağımızdan emin olmadığımız için sık sık erteliyoruz ya da biraz deniyoruz ama sonra olağan rutinlerimiz bu çabalarımızın yerini devraldıkça pes ediyoruz. Davranışları ve alışkanlıkları değiştirmek herkesin bildiği gibi zordur! Yine de bazen kalıcı değişiklikler yapabiliyor ve hedeflerimize ulaşabiliyoruz – belki siz de başaranlardansınızdır. Öyleyse fark nedir? Başarılı bir değişimi bazen nasıl elde ediyoruz? Bir sonraki sefere başarı şansımızı nasıl artırabiliriz? İşin püf noktası hem belirlediğimiz hedeflerde hem de bu hedefleri günlük hayatımızda nasıl takip ettiğimizde yatmaktadır.</span></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgD-EU0caHQldQr_A1u7_pJKahQK6-6alL5s0O7WTCjXVa3sQTW7Q84XbSxmzEpAo-KDpXNp2WHq210KCzwGF5FCHurOTgpcSSevGrZz-a2VnJGM09lCocxE7SVVzL765RwoQfuSqbIAsOxFZKyySIFm1M9D-bB0Tla1_VaKMWeU_nTcX6DUEBsQSppLw" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><span style="font-family: inherit;"><img alt="" data-original-height="850" data-original-width="1500" height="362" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgD-EU0caHQldQr_A1u7_pJKahQK6-6alL5s0O7WTCjXVa3sQTW7Q84XbSxmzEpAo-KDpXNp2WHq210KCzwGF5FCHurOTgpcSSevGrZz-a2VnJGM09lCocxE7SVVzL765RwoQfuSqbIAsOxFZKyySIFm1M9D-bB0Tla1_VaKMWeU_nTcX6DUEBsQSppLw=w640-h362" width="640" /></span></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-family: inherit;">Fotoğraf: Richard Drury/Getty</span></td></tr></tbody></table><p><span style="font-family: inherit;">Bu bariz bir durum gibi gelebilir ancak ilk adımınız, ne yapmak istediğinize karar vermektir. Sağlık, mali durum, ilişkiler veya özel yaşamda yapmak istediğiniz bir değişiklik var mı? Pek çok insan, hangi hedefi izleyeceklerini bilmedikleri veya bu hedefe ulaşabileceklerine inanmadıkları için olumlu değişime yönelik çabalama zahmetine girmez. Ancak hedeflerin büyük veya yaşamı değiştiren değişiklikler olması gerekmez. Günde on dakika bir arkadaşınızla konuşmak, haftada üç kez yürüyüşe çıkmak veya yatmadan yarım saat önce teknolojik cihazların bağlantısını kesmek gibi küçük yeni davranışlar sayısız olumlu fayda sağlayabilir ve hayatınızı iyileştiren bir dalga etkisi yaratabilir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Neyin peşinden gideceğinizi düşünürken sizin için kişisel olarak neyin önemli olduğunu ve bu konuda ne yapabileceğinizi kendinize sorun. Bir hedefe karar vermek ilk adımdır ve hedefi yazmak veya bu hedefinizi başkalarına dillendirmek, hedefe olan bağlılığınızı sağlamlaştırmanın bir sonraki adımıdır. Hedefiniz göz korkutucu geliyorsa onu daha küçük parçalara ayırın. Bu küçük hedefleri spesifik/belirgin, ölçülebilir ve yönetilebilir hale getirin: Bu gerçekçi bir şekilde elde edebileceğiniz herhangi bir şey olabilir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Hedeflerinizi düşünürken bunların ardındaki daha geniş amacı veya motivasyonları da aklınızda bulundurun - kendiniz için istediğiniz bir şey mi yoksa diğer insanlar veya daha geniş toplum tarafından elde etmek için baskı hissettiğiniz bir şey mi? Bu tür baskılar amansız olabilir. Bu nedenle hedefiniz kişisel olarak anlamlı gelmiyorsa bu durumun sizin için artık kâfi olduğunu hissetmeden "daha fazlasını başarmaya çalışma döngüsünde" sıkışıp kalma riskiniz vardır. Öte yandan, hedefiniz kişisel olarak anlamlıysa peşinde koşmak daha kolay olacak ve ona ulaşma olasılığınız <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0191886916301477" target="_blank">daha yüksek olacaktır</a>.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Hedefinize ulaştıktan sonra günlük yaşamınızda onu nasıl takip edeceksiniz? Bunun için ihtiyaç duyulan şeyin irade olduğuna dair yaygın bir inanç var. Gerçekten de, ABD'de yakın zamanda yapılan <a href="https://www.finder.com/new-years-resolution-statistics" target="_blank">bir çalışmada </a>insanların Yeni Yıl kararlarında başarısız olmalarının ana nedenleri olarak irade eksikliği ve "tembel olmayı" gösterdiğini ortaya koymuştur. İrade gücünün o anda yarayabileceği doğrudur. Araştırmalar, insanların cezbedici şeylere karşı koymak için daha fazla çaba gösterdiğini bildirdiklerinde pes etme olasılıklarının daha düşük olduğunu gösteriyor. Ancak uzun vadede bu, bambaşka bir hikayeye dönüşüyor. 2017'de yayınlanan ve 159 katılımcıdan kendilerine dört kişisel hedef belirlemelerini ve ardından akıllı telefonlarını kullanarak bir hafta boyunca her gün deneyimledikleri arzuları ve cezbedici şeyleri (toplu olarak 2.300'den fazla) takip etmelerini istediğim <a href="https://journals.sagepub.com/home/spp" target="_blank">bir araştırmamı </a>inceleyin. Katılımcıların kendilerine direnmek için ne kadar özdenetim kullandıklarını... Üç ay sonra katılımcılar hedeflerine yönelik ilerleme kaydettiklerini bildirdiler. Sonuçta, daha fazla veya daha sık özdenetim kullanmalarının hedeflerine ne kadar ulaştıkları ile bir ilgisi olmadığı ortaya çıktı. Başka bir deyişle, hedeflerinize ulaşmanıza engel olan arzulara direnmek için tekrar tekrar kendi kendinizi kontrol etmenin hedefinize ulaşma yolunda yardımcı olması olası değildir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">İrade gücünü kullanmak uzun vadede yardımcı olmuyorsa bunun yerine ne yapabilirsiniz? İşe yarayabilecek birçok ipucu ve püf noktası var. 2017'deki çalışmamda, hedefe ulaşmayı öngören şey, miktar veya yoğunluk açısından daha az çatışan arzular deneyimlemekti. Bu nedenle asıl amacınız ilk etapta güçlü arzularınızı azaltmak/törpülemek olacaktır. Bunu, çevrenizi düzenleyerek yapabilirsiniz öyle ki sizi cezbeden şeyler daha az cezbedici olsun ve böylece olumlu davranışların hatırlanması ve yapılması daha kolay hale gelsin. Hedefinizin önündeki baştan çıkarıcılar için bu, onları kullanılamaz hale getirerek (Örneğin, kredi kartını evde bırakmak) veya daha az erişilebilir hale getirerek (Örneğin, çerezleri en üst rafta, gözden uzakta saklayarak) olabilir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Ayrıca, olumsuz davranışları olumlu olanlarla değiştirmek veya baştan çıkarıcılar karşınıza çıktığında onlarla başa çıkmak için belirli bir plan yapabilirsiniz. Bu tür planlar, spesifik/belirgin durumlarla bağlantılı olduklarında en iyi sonucu verir. Örneğin; amacım Facebook'ta pasif olarak gezinmek için daha az zaman harcamaksa "Eğer..., o halde ..." planım "Sosyal medyayı kontrol etmek istersem kendime 10 dakikalık bir zamanlayıcı ayarlayacağım ve sonra zamanlayıcı çaldığında uygulamayı kapatacağım" veya "Kendimi Facebook'ta gezinirken bulursam telefonda birini ararım veya onun yerine nasıl olduklarını öğrenmek için ona kısa mesaj gönderirim."</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Hatta kendinize "şimdi" yerine "daha sonra" pes etme veya "şimdi tamamen pes etme" yerine "birazcık pes etme" (Örneğin; sadece yarım çerez) veya kısa bir süre için (Örneğin; Facebook'ta beş dakika gezinme) verme şansını vaat edebilirsiniz; zaman içinde fark edeceksiniz ki "sonralar" çoğu zaman birer "asla"ya dönüşür ve biraz hoşgörü çokça hoşgörüden iyidir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Yeni davranışlara başlamak istediğinizde kullanabileceğiniz başka stratejiler de var. Davranışı hatırlamayı ve/veya tamamlamayı kolaylaştıracak ipuçları veya hatırlatıcılar ayarlamayı deneyin. Örneğin, spor çantanızı bir gece önceden toplayın ve kanepenin ortasına bırakın ya da spor salonuna gitmeyi planladığınız belirli bir zaman için bir zamanlayıcı ayarlayın. Ayrıca, yeni bir davranışı zaten sahip olduğunuz alışkanlıklara bağlayabilirsiniz. Örneğin, sabah dişlerinizi fırçaladıktan hemen sonra (mevcut bir alışkanlık), yeni bir dil (yeni bir davranış) öğrenmek için 10 dakika ayırın. Başka bir strateji; ilk etapta davranışı neden yaptığınızı kendinize hatırlatmaktır. Tabii ki, kişisel olarak anlamlı bir hedef belirlediyseniz bunun yardımcı olması daha olasıdır - bu tür hedefler ne iyidir ki <a href="https://psycnet.apa.org/record/2015-21603-001" target="_blank">daha az arzulama ve cezbedicilik ile sonuçlanır</a>. Bir strateji olarak; ulaşılmak istenen yeni davranışı, "koşu bandında koşarken en sevdiğiniz TV şovunu izlemek" gibi ödüllendirici bir şeyle bütünleştirin.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Gerçekten de araştırmalar, bu stratejilerin ve diğer pek çok yöntemin, şu anda baştan çıkarıcılara karşı koymada ve yapmak istemediğimiz davranışları yapmamızı sağlamada etkili olabileceğini söylüyor. Araştırmalar ayrıca aynı anda daha fazla strateji kullanmanın daha etkili olduğunu gösteriyor. Meslektaşlarım ve ben, 200'den fazla katılımcıdan gün boyunca arzularını bildirmeleri için akıllı telefonlarını kullanmalarını (toplu olarak 4.400'den fazla) ve bu stratejilerden hangilerini kullandıklarını sorduğum daha yakın tarihli <a href="https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1111/jopy.12604" target="_blank">başka bir çalışmaya </a>göz atalım: kendilerini ilgili durumdan uzaklaştırmak; kendi kendilerine dikkatlerini dağıtmak; kendilerine amaçlarını hatırlatmak; daha sonra pes edebileceklerine dair kendilerine söz vermek; arzunun kendileri için neden kötü olduğunu kendilerine hatırlatmak; ve/veya irade gücü kullanmak/sadece direnmek. Tüm bu stratejilerin, kişinin o andaki arzuya teslim olmasını önlemede benzer şekilde etkili olduğunu ve hiçbir strateji kullanmamaktan çok daha etkili olduğunu gördük. Bununla birlikte, en etkili olanı, aynı anda birden fazla strateji kullanmaktı - kullanılan her ek strateji için, bir kişinin arzuya direnme olasılığı 2.3 kat daha fazlaydı.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Aynı araştırma, insanların gün boyunca ve haftanın farklı günlerinde kullandıkları stratejilerde değişkenlik olduğunu da buldu. Genel olarak, birkaç istisna dışında, bildirilen tüm stratejilerin farklı arzu türleri için benzer şekilde etkili olduğunu bulmamıza rağmen katılımcıların bu konuda kendilerine özgü sezgileri varmış gibi görünüyordu - ortalama olarak, belirli arzu çeşitlerine direnmek için belirli stratejileri kullanmayı tercih ettiler. Örneğin; kendilerine daha geniş/büyük bir amaçları olduğunu hatırlatmak, uyku arzusuna direnmek için daha sık kullanılırken, yiyecek veya içecek arzusuna direnmek için daha az sıklıkla kullanıldı. Bu, hangi stratejiyi kullandığınızın önemli olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır, bu zorunlu değil. Bir durumda bir kişi için işe yarayan şey, bir başkası için çalışmayabilir. Bu, kişinin duygularını düzenleyebilmesi (kişinin amaçlarını gerçekleştirmek için duygusal tepkilerini kontrol etmesi, izlemesi, değerlendirmesi ve değiştirmesi) konusuna geldiğinde de <a href="https://doi.org/10.1177/1745691613504116" target="_blank">gösterilmiştir </a>ve bunun dürtüleri ve arzuları düzenlerken de doğru olması muhtemeldir. Gerçekten de araştırmalar, <a href="https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/08902070211043023" target="_blank">değişkenliğin </a>(farklı durumlarda farklı stratejiler kullanma) ve esnekliğin (gerektiğinde stratejileri değiştirme) özellikle öz kontrol söz konusu olduğunda etkili olduğunu göstermektedir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Pek çok stratejinin etkili olabileceği ve esnekliğin iyi olduğu düşünüldüğünde hangi stratejileri ne zaman kullanacağınızı nasıl bilebilirsiniz? Bir çalışmaya göre en iyilerinin, halihazırda yapmakta olduğunuz şeyler olabileceği ortaya çıkmıştır. Meslektaşlarım kısa süre önce bir grup katılımcılara para biriktirmek için uzmanlar tarafından onaylanmış bazı stratejiler hakkında bilgi verirken başka bir gruptan geçmişte kendileri için işe yarayan bazı tasarruf stratejilerini açıklamalarını istedikleri <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0022103121000925" target="_blank">bir çalışmanın sonuçlarını </a>yayınladılar. Takip eden ay boyunca, grup kendilerince etkili olan stratejilerini amaçladıklarından yaklaşık 230$ daha az harcadıklarını hatırlatırken uzman stratejilerini öğrenen grup ve (herhangi bir strateji hatırlatılmayan) kontrol grubu aslında biraz daha fazla harcadı. Birden fazla türde özdenetim çatışmasını inceleyen (Örneğin; televizyon izlemek için kanepeye oturmak ya da spor salonuna gitmek arasında karar vermek gibi) <a href="https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/0890207021992907" target="_blank">başka bir çalışmada</a>, daha olası stratejilerin farkında olmak, herhangi bir durumda ve zamanda öz denetimi uygulamada daha fazla başarı ile ilişkiliydi. Tüm bu bulgular düşünüldüğünde, geçmişte işinize yarayan stratejilerden oluşan bir araç kutusu oluşturmanın ve bu stratejileri hatırlamanın öz kontrol konusunda yardımcı olabileceğini gösteriyor. </span><span style="font-family: inherit;">Bu nedenle hayatınızda olumlu değişiklikler yapmak için kendinize düzenli olarak hedefler belirleyin - gelecek yeni yılı beklemek zorunda değilsiniz. Belirli bir durumda</span></p><p><span style="font-family: inherit;"> işinize yarayan ipuçlarını ve püf noktalarını kullanın. Birkaç farklı taktik deneyin - bazıları sizin için çalışmıyorsa sorun değil! Daha geniş bir repertuara veya denenecek olası strateji haznesine sahip olmak, belirli bir durumda sizin için işe yarayan bir şey bulma ihtimalinizin daha yüksek olduğu anlamına gelir. Unutmayın, tüm bu ipuçlarına ve püf noktalarına sahip olmak, yalnızca irade güzünüze güvenmeye çalışmaktan daha faydalı olduğu barizdir.</span></p><p><span style="font-family: inherit;"><a href="https://psyche.co/users/marina-milyavskaya" target="_blank">Marina Milyavskaya</a>, Ontario'daki Carleton Üniversitesi'nde psikoloji doçentidir. Araştırmalarında insanların günlük yaşamlarında kişisel hedefleri nasıl belirlediklerine, nasıl takip ettiklerine ve hedef arayışını ve iyi oluşlarını geliştirmek için neler yapılabileceğine odaklanmaktadır.</span></p><p><span style="font-family: inherit;">Bu yazının özgün hali <a href="http://Psych.co" target="_blank">Psych.co</a> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/to-meet-your-goals-forget-willpower-and-fill-your-toolbox" target="_blank">buradan </a>ulaşabilirsiniz.</span></p>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-29642203692454074822022-06-19T23:15:00.007+03:002022-06-22T13:40:05.417+03:00Bilim Bizi Özgür Bırakabilir mi? <div style="text-align: left;">Katolik rahip ve doğa bilimci Pierre Gassendi, tüm fiziksel fenomenlerin madde ve eylem açısından açıklanması gerektiğini iddia etti. Gassendi, atomizmi 1600'lerde modern bilime ilk getirdiğinde Tanrı'nın sonlu/sınırlı sayıda atom yarattığını, Tanrı'nın yaratılışla sürekli olarak ilahi bir ilişki sürdürdüğünü ve insanların özgür iradeye sahip olduğunu savundu. Ayrıca Gassendi, atom hareketindeki kaotik bir "öngörülemeyen sapmanın (<i>unpredictable swerve</i>)" özgür iradeyi açıkladığını söyledi. Gassendi ve diğer Erken Modern bilim insanları için <a href="https://www.templeton.org/news/does-nature-ever-break-the-law" target="_blank">doğa yasaları</a>, Tanrı'nın evren üzerindeki iradesinin bir ifadesiydi ve özgür irade, Tanrı'nın insan doğasına bir armağanıydı. Atomları yöneten doğa yasaları, çelişki veya rekabet olmaksızın, Tanrı'nın <a href="https://www.templeton.org/news/the-ineffable-purpose-of-randomness" target="_blank">amaçlı planının bir parçası</a> olarak insanın özgür iradesiyle işbirliği içerisindeydi.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Gassendi'den iki yüzyıl sonra Pierre-Simon Laplace, Tanrı'yı bilimsel denklemden sildi, atom fiziğinden öngörülemezlik kavramını çıkardı ve özgür iradeyi yalnızca "aklın bir yanılsaması" olarak ilan etti. Özgür iradeyi bilimsel bir imkansızlık haline getiren nedensel belirlenimciliği (<i>causal determinis</i>m) öne süren Laplace, Aydınlanmanın temel değerleri olan özgürlük ve bağımsızlığı baltalıyor görünen bilimsel bir mirası başlattı. Laplace'dan iki yüz yıl sonra bilim insanları, doğa yasalarının özgür iradeyi dışlıyor gibi görünmesini de dikkate alarak özgür iradeyi anlamak için mücadele etmeye devam ediyor.</div><div style="text-align: left;"><h4 style="text-align: left;">Belirlenimciliğin Çöküşü</h4><div>Özgürlükçülerin özgür iradenin bilimsel açıdan mümkünlüğüne yönelik temel itirazı, fiziksel belirlenimcilikti (Her fiziksel olayın önceki koşulların ve değişmez doğa yasalarının <i>zorunlu bir sonucu </i>(<i>necessary consequence</i>) olduğu fikri). Deterministik bir evrende olaylar bir dizi domino gibidir. İlki harekete geçtiğinde gerisi kaçınılmaz olarak onu takip edecektir. Doğa yasaları belirlenimci ise ve evren tüm dış etkilere kapalıysa özgür iradenin ortaya çıkması doğaüstü bir mucize olurdu.<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://images.theconversation.com/files/221373/original/file-20180601-142072-11am310.gif?ixlib=rb-1.1.0&q=45&auto=format&w=754&h=931&fit=crop&dpr=1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="648" height="320" src="https://images.theconversation.com/files/221373/original/file-20180601-142072-11am310.gif?ixlib=rb-1.1.0&q=45&auto=format&w=754&h=931&fit=crop&dpr=1" title="Descartes'e göre zihin ve beden: Girdiler, duyu organları tarafından beyindeki epifize ve oradan da maddi olmayan ruha iletilir" width="259" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Descartes'e göre zihin ve beden: <br />Girdiler, duyu organları tarafından <br />beyindeki epifize ve oradan da <br />maddi olmayan ruha iletilir.</td></tr></tbody></table></div><div><br /></div><div>Ancak artık birçok bilim insanı, dünyanın ne nedensel olarak kapalı olduğuna ne de rastlantısallığın olmadığına inanıyor. 20. yüzyıldaki Büyük Patlama evrenbilimi, evren ötesi bazı ilk nedenlerin olasılığına izin vererek kozmik kökenler sorusunu gündeme getirdi ve Heisenberg'in belirsizlik ilkesi, temel fiziğe tahmin edilemezliği (<i>unpredictability</i>) geri getirdi. Belirsizlik, günümüzde fiziksel gerçekliğin çeşitli seviyelerinde yer alan bir kural olarak görülmektedir. Nörofizyolog Christof Koch'un söylediği gibi “evrenin indirgenemez biçimde rassal bir niteliği vardır. Evren bir saat mekanizması ise çarkları, yayları ve kolları İsveç yapımı değildir; yani, önceden belirlenmiş bir yol izlemezler. Fiziksel belirlenemezcilik (<i>Indeterminism</i>), çok büyüklerin dünyasında olduğu kadar çok küçüklerin dünyasında da hüküm sürer.”</div><h4 style="text-align: left;">Robotlar mı, Yuvarlanan Zarlar mı?</h4><div>Nedensel belirlenimciliğin yokluğu, özgür irade var olma olasılığına izin verirken belirlenemezlik, özgür iradenin varlığı için tek başına yeterli değildir. Gerçekten de <i>haddinden fazlaca şans</i>, <i>haddinden fazlaca zorunluluk</i> kadar özgür irade için bir sorun teşkil etmektedir. <a href="https://www.oxfordhandbooks.com/view/10.1093/oxfordhb/9780195399691.001.0001/oxfordhb-9780195399691" target="_blank">Filozof Peter Van Inwagen</a>, bir belirli bir durumdaki etkenin/unsurun (<i>agent</i>) nasıl davrandığı bir şans meselesiyse o zaman “bu etkenin/unsurun özgür iradesi olduğu pek söylenemez” der.</div><div><br /></div><div><div><a href="https://global.oup.com/academic/product/free-will-9780197572160?cc=us&lang=en&" target="_blank">Filozof Walter Sinnott-Armstrong'a göre</a> "Özgürlüğü en iyi ne olmadığı ile anlayabiliriz." Peki, özgürlük şans <i>veya </i>zorunluluk <i>değilse</i>, nedir?</div><div><br /></div><div>Nörobiyolog Björn Brembs liderlik ettiği bir grup araştırmacı, belirlenimcilik ve rastlantısallık arasındaki davranışa ilişkin orta yolu araştırmak için omurgasız canlılar üzerinde bir dizi deney gerçekleştirdiler. Amaçları, iki alternatif hipotez üzerinde karar vermek için kanıt bulmaktı:</div></div><div><br /></div><div>1. Hayvanların beyinlerinin “belirlenebilir girdi/çıktı sistemleri” olduğuna yönelik robot hipotezi</div><div><div>2. Bireysel davranışın özünde tahmin edilemez olduğuna yönelik rastlantısal davranış hipotezi</div></div><div><br /></div><div>Araştırmalarında buldukları şey bu iki alternatif de değildi, bundan ziyade “rastlantısal olmayan” ve ancak bir uyaran tarafından belirlenmeyen “kendiliğinden davranış” idi. Brembs, "bilimsel bir özgür irade konseptinin şans ve zorunluluk arasında, hem rastlantısallığı hem de kurallığı birleştiren mekanizmalarla birlikte bulunduğunu" gözlemledi. Brembs ve ekibinin üzerinde çalıştıkları omurgasız canlıların davranış değişkenliğinde buldukları bu sonuçtu.</div><h4 style="text-align: left;">Özgür İrade için Bir Gelecek Var mı?</h4><div><div>Bilim insanları uzun zamandır özgür iradenin -eğer özgür irade diye bir şey varsa- gerçekte nasıl işe yarayabileceğini merak ediyorlardı.</div></div><div><br /></div><div>Nörobiyolog Hans Liljenström, “bilincin ve özgür iradenin, dünyada olup bitenlerin açıklaması olarak şansa ve zorunluluğa katkıda bulunabilecek bilimsel bir gelişimi” vaat ediyor.</div><div><br /></div><div>Ancak şu anda bilim, bilinci veya öznel benliği incelemek için uygun araçlardan yoksun gibi. Özgür iradeyi dışlayan daha önceki çalışmaların yerindeliği günümüzde sorgulanıyor. Benjamin Libet tarafından yürütülmüş olan, <a href="https://dictionary.apa.org/conscious-intention" target="_blank">bilinçli niyete</a> (kişinin açıkça takip etmeyi seçtiği bir amaç veya hedef) öncülük eden <i>bir </i><i>bilinçsiz hazırlık potansiyeli</i> kavramını (<i>unconscious readiness potential</i>) ortaya koyan deneylerin sonuçları, sonraki araştırmalarca doğrulanmadı.</div><div><br /></div><div>Hesaplamalı sinirbilimci Uri Maoz, Libet'in özgür irade ve bilinçle ilgili bulgularını test etmek için tasarlanmış bir dizi deneyde, "hazırlık potansiyelinin <i>kasıtlı kararlarda</i> ya hiç olmadığını ya da en azından önemli ölçüde var olmadığını" buldu. Maoz, "özgür iradeye yönelik sinirbilim çalışmalarında hazırlık potansiyeline ilişkin ileri sürülen iddiaların ve çıkarılan sonuçların kapsamı göz önüne alındığında bulgularımız alanın bazı temel ilkelerinin yeniden incelenmesini gerektiriyor" diyor.</div><div><br /></div><div><div>Bu araştırmaların ışığında Liljenström, "Özgür iradenin varlığı hakkında herhangi bir bilimsel sonuca varmak için daha fazla kanıtımız olana kadar makul görünen herhangi bir sezgisellik karşıtı hipotezden ziyade alçakgönüllü olmak ve sezgimize güvenmek akıllıca olabileceğini" söyleyerek uyarıda bulunur.</div><h4 style="text-align: left;">Bilim Özgürlüğü Varsayar</h4></div><div>Özgür irade, toplumumuzdaki ahlaki düzenin temelidir. Immanuel Kant, "Bu özgürlük olmadan, hiçbir ahlaki yasa ve hiçbir ahlaki suçlama mümkün değildir" der. Özgür irade aynı zamanda varoluşsal anlam anlayışımızın temel taşıdır.</div><div><div><br /></div><div>Gassendi, "Her şeyi çaresizce ve kaçınılmaz olarak yaparsak o zaman insan yaşamının nedeni yok olur" diye yazar.</div></div><div><br /></div><div><div>Buna karşın şu anda özgür iradeyi değerlendirmek için yeterli bilimsel yollar yoksa özgür iradeyi makul bir şekilde ileri sürebilir miyiz? Kişi önce özgür iradeyi varsaymazsa bilimin hakikatini makul bir şekilde iddia edebilir mi? <a href="https://yale.learningu.org/download/2edd46dc-7ff5-4084-8161-5b5328974fa0/E2143_The%20Large-Scale%20Structure%20of%20Spacetime%20(1973)%20-%20Hawking,%20Ellis.pdf" target="_blank">Fizikçi Stephen Hawking ve George Ellis'in</a> gözlemlediği gibi, "bilim felsefemizin tamamı, kişinin herhangi bir deneyi yapmakta özgür olduğu varsayımına dayanır." Ne zaman bilim yapsak zorunlu olarak özgür iradeyi ve yukarıdan-aşağıya nedenselliği -mantıken- varsayarız.</div><div><br /></div><div>Son kertede <a href="https://global.oup.com/academic/product/free-will-9780197572160?cc=us&lang=en&" target="_blank">filozof Timothy O'Connor'a göre</a> özgürlük, "empirik/görgül kanıtlar aracılığıyla elde ettiğimiz fikirden ziyade ortaya koymaya muktedir olduğumuz istemlerimizin arasındadır".</div></div><div><br /></div><div>Yazan: Joshua Moritz</div><div><br /></div><div>Bu yazının özgün hali İngilizce olarak Templeton Vakfının <a href="https://www.templeton.org/news/can-science-set-us-free?" target="_blank">websitesinde</a> yayımlanmıştır.</div><div><br /></div></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-43617015567331973792022-05-23T15:17:00.001+03:002022-05-23T15:18:42.177+03:00Terapinin Neden Terapi Odasının Dışında da Etkili Olabileceğine İlişkin Bazı Nedenler<div style="text-align: center;">Bu yazının özgün hali <a href="https://psyche.co/" target="_blank">Psych.co</a> web sitesinde yayımlanmıştır. Makalenin tam haline <a href="https://psyche.co/ideas/there-are-many-reasons-why-therapy-can-be-more-effective-outside" target="_blank">buradan </a>ulaşabilirsiniz.</div><div style="text-align: center;"><br /><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMGqhkok9gD6VEFHdOpITStWdpjA7nKA8cLQqHJXL74HRaSdgvakwD2V05IBL2kbbrEEnMUVin6P5MSJIH1HH1DouOYZJaKa-GMx973RX1lKbaRo2-a3zZakBt9713UnaVIO2c7RQt5mGTYJPtFaEzdZvVExSjQ4kFlTrOtVV7GDEIq2mQETzN71Z-zA/s1600/skynews-park-bench-social-distancing_5010414.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img alt="Photo by Yui Mok/PA Images/Getty" border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMGqhkok9gD6VEFHdOpITStWdpjA7nKA8cLQqHJXL74HRaSdgvakwD2V05IBL2kbbrEEnMUVin6P5MSJIH1HH1DouOYZJaKa-GMx973RX1lKbaRo2-a3zZakBt9713UnaVIO2c7RQt5mGTYJPtFaEzdZvVExSjQ4kFlTrOtVV7GDEIq2mQETzN71Z-zA/w640-h360/skynews-park-bench-social-distancing_5010414.jpg" title="Photo by Yui Mok/PA Images/Getty" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Fotoğraf: Yui Mok/PA Images/Getty</td></tr></tbody></table></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Sigmund Freud hastaları ile konuşurken genellikle göz teması kısıtlamalarından arınmış bir şekilde danışanının arkasına geçer ve döşemeli rahat bir koltuğa yaslanırdı. Ama danışanlarıyla çalışmayı sevdiği tek yol bu değildi. Bazı zamanlarda Freud hastalarını Viyana'nın sokaklarına ve yeşil alanlarına götürürdü. Yan yana yürümenin bazılarının gevşemesine ve normalde olduğundan daha özgürce konuşmasına yardımcı olduğunu hissetmişti.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Bir yüzyılı hızlı ileri sardığımızda, günümüz ruh sağlığı hizmetlerine başvuran danışanlar farklı bir deneyim yaşayacaklar. Muhtemelen bir kanepede yatmaları istenmeyecek ancak terapileri neredeyse kesinlikle bir odada olacak. Mekan içinde olmanın birçok faydası var: Terapi odası mahremdir, öngörülebilirdir ve bir güvenlik veya çevreleme hissi sunabilir. Ama bu herkes için işe yaramıyor. Terapiden fayda görecek olanlardan bazıları, bu şekilde bir formatı oldukça rahatsız edici ve yüzleştirici bulduğu için terapiyi yarıda bırakmayı tercih edebiliyor. Bu kişiler için kapalı bir alanda bir terapistin karşısında oturmak son derece korkutucu, baskıcı ve kliniktir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Uygulamalarımda terapiyi terapi odasının dışına taşımanın bazı faydalarını gördüm. Klinik psikoloji eğitimimden önce, evsiz gençlerle birkaç yıl geçirdim ve açık hava önemli bir terapötik alandı. Gençlerin çoğu başlangıçta psikolojik destek almak konusunda isteksizdi. Meslektaşlarım ve ben, desteğin nasıl olması gerektiği konusunda ön yargılı fikirlerle yaklaşmak yerine onlarla nerede buluşacağımız ve nasıl yardım edeceğimiz konusunda esnek olmamız gerektiğine karar verdik. Onlarla Birmingham sokaklarında yürürken, Göller Bölgesinde kano yaparken veya civardaki dağlara tırmanırken terapötik görüşmeler yürüttük. Daha geleneksel ortamlarda açık havaya çıktığımızda birçok genç terapi odasında görmediğimiz bir şekilde kendilerini açıldı.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Azınlık bir terapist grubu -çoğunlukla özelde çalışanlar- genellikle iç mekan terapisiyle birlikte açık havada konuşma terapisi de sunuyor. Bu dış mekanlar kırsal patikalardan, ormanlık alanlara, kent içi park veya yürüyüş yollarından doğal güzellik alanlarına ve hatta bir terapi odasının arkasındaki bahçeye kadar değişkenlik gösterebilir. Bazı terapistler ve danışanlar oturarak görüşürlerken bazıları "yürü ve konuş" formatında çalışır, bir başkaları da bahçe işleri yapma, tırmanma veya doğa yürüyüşü gibi açık hava etkinlikleriyle birleştirir. Bu oturumlarda doğa ya terapinin kendisine entegre edilebilir ya da daha pasif bir şekilde sürece bir zemin sağlayabilir. Bu tür uygulamalar yapan terapistler deneyimlerini anlattıklarında çoğu danışan için dış mekanın iç mekandaki terapiden daha etkili olmasa da aynı düzeyde etkili olduğunu bildirmiştir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Bunun esasen neden doğru olduğuna ilişkin birçok nedeni vardır. Bir canlı tür olarak varlığımızın yüzde 99'unu avcı-toplayıcılar olarak tabii dünyanın içine dalarak </span><a href="https://www.independent.co.uk/news/world/world-history/state-of-nature-how-modern-humans-lived-as-nomads-for-99-per-cent-of-our-history-1604967.html" style="text-align: left;" target="_blank">geçirdik</a><span style="text-align: left;">. 1984'te Amerikalı biyolog Edward O. Wilson, "biyofili" </span><a href="https://www.hup.harvard.edu/catalog.php?isbn=9780674074422&content=reviews" style="text-align: left;" target="_blank">fikrini </a><span style="text-align: left;">popülerleştirdi: İnsanlar sanayileşme ve kentleşme ile doğadan söküp atılmış olsa bile doğal dünya ile bağlantı kurmaya doğuştan ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyacı açıklamaya yönelik bir olasılık; açık hava terapisi iç dünyamızda derin köklere sahip cazibe ile özel bir bağ, güvenlik ve öngörülebilirlik sunması olabilir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Sorunlar, insanlar tarafından bazen dışarıda daha az ezici şekilde hissedilebilir. Doğa, insan kusurlarımıza ve savunmasızlıklarımıza karşı kayıtsız bir konuma sahiptir ve modern yaşamın stres ve sıkıcılığının daha geniş varlığımızın yalnızca bir parçası olarak görülmesine izin verir. Bu nedenle doğa, insanları özgürleştirmek ve alternatif bakış açıları ortaya çıkarmak için eşsiz bir güce sahiptir. </span><a href="https://psycnet.apa.org/record/2011-04772-001" style="text-align: left;" target="_blank">Bir çalışmada</a><span style="text-align: left;">, yabani bakir doğada grup terapisi gören bir katılımcı, ortamın “dünyanın geri kalanından ayrılmasına ve zihnini temizlemesine” olanak sağladığını söylemiş. Bir terapist ise insanların doğada daha kolay açıldıklarını aktarmıştır. </span><a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0272735820300295" style="text-align: left;" target="_blank">Başka bir çalışmada</a><span style="text-align: left;">, danışanlar, doğal alanlar ile yeniden canlanan bir bağın kendilerine terapi bittikten sonra geri dönecekleri bir terapötik yer sağladığını anlattılar.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Birçok terapistin yakınlardaki yeşil alanlara erişimi yoktur; bunun yerine daha kentsel ortamlarda takılırlar. Doğanın yokluğunda bile yürümenin bir özgürlüğü vardır. "Yürüme ve konuşma terapisi" kullananlarla ilgili </span><a href="https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/13642537.2017.1348377" style="text-align: left;" target="_blank">bir çalışmada</a><span style="text-align: left;"> bir terapist, "yürüme ve konuşma sırasında [bir danışanın] zihninin ve vücudunun bütünleştiğini, … bir şeye takılıp kaldıklarında sadece ileriye doğru yürümenin ve hareket halinde olmanın onlara yardımcı olduğunu" söylemiştir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Yine de bu zenginlik dolu dış çevreye rağmen terapistlerin çoğu mekan içinde kalmaya devam ediyor. Bazıları konuşmalarının duyulacağından, danışan gizliliğini bozacağından, hava koşullarının rahatsız edici olabileceğinden veya terapiden kopabileceklerinden endişeleniyor. Diğerleri, danışanlar arasında geçiş yapmanın fazladan zaman almasından kaygılanıyor. Bazı terapistler açık havada terapi yapmak istemekte ancak çalıştıkları hizmetlerin kuralları gereği bunu yapmaları engellenmektedir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Ayrıca dış mekan terapisi belirli danışanlar veya zorluklar için uygun olmayabilir. Terapistlerin “yürüme ve konuşma” terapisine ilişkin algılarını araştıran bir çalışmada, katılımcılar örneğin travmayla uğraşmanın zor olacağını bildirmişlerdir. Bir terapist şunları söylemiş: "Sokak yolunda travmalarımı işlemek istemem. Kapalı bir alanda bir ofiste oturmanın daha etik olduğunu düşünüyorum."</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Bununla birlikte açık hava konuşma terapisini deneyimleyenler, bu engellerin bazılarının beklenenden daha az sorunlu olduğunu düşünmüş. Dış mekan konumunun uygun şekilde hazırlanması ve dikkatli seçilmesiyle birçok potansiyel risk azaltılabilir. Terapistler ayrıca potansiyel risklerin (yürüme esnasında başka biriyle tanışmak gibi) danışanlarıyla önceden tartışıldığı şeffaf ve sürekli bir onay sürecini önermektedir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Danışan veya terapist dışarıya çıkmanın çok riskli veya rahatsız edici olduğunu düşünürse elbette içeride kalabilirler. Ancak dış mekan terapisi bazı danışanlara, terapistlere veya zorluklara uymadığı için bir başkaları için silinen bir seçenek olmamalıdır. Akıl sağlığı bakımından herkese uygun evrensel bir yaklaşım yoktur. Örneğin; bazı insanlar psikodinamik yaklaşımlar yerine bilişsel davranışçı terapiyi; bireysel terapiye karşın grup terapisini; dijital görüşmelere karşın yüz yüze görüşmeyi tercih edebilirler. Terapinin yerini seçmek de –içeride veya dışarıda– bundan farklı değildir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="text-align: left;">Terapistler halihazırda birey merkezli hizmet -danışanın bireysel ihtiyaçlarına göre şekillenen bakım- sunmaktadırlar. Çoğu durumda bu uyarlama, terapinin </span><i style="text-align: left;">içeriği </i><span style="text-align: left;">için de gerçekleşir: Ne hakkında konuşulacağı ve nasıl yaklaşılacağı gibi. Bu konuşmanın gerçekleştiği yerin </span><i style="text-align: left;">bağlamı </i><span style="text-align: left;">da tartışılmalıdır çünkü terapi odasının sınırları bazı insanları yardım aramaktan tamamen alıkoyabilir. Dışarıdaki harika ortam danışan için uygun görünüyorsa terapistler Freud'un ayak izlerini takip etmekte ve terapi odasının ötesine geçmekte özgür olmalıdır.</span></div><div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></div><div style="text-align: left;"><br /><i><a href="https://psyche.co/users/sam-cooley" target="_blank">Sam Cooley</a>, Leicester Üniversitesinde stajyer klinik psikologdur. Spor ve egzersiz psikolojisi alanında doktora derecesine ve İngiliz Psikoloji Derneğin tarafından imtiyazlıdır. Kısa süre önce açık havada konuşma terapisi hakkında bir <a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0272735820300295" target="_blank">inceleme </a>ve <a href="https://www.bps.org.uk/sites/www.bps.org.uk/files/Policy/Policy%20-%20Files/Use%20of%20talking%20therapy%20outdoors.pdf" target="_blank">BPS kılavuzları</a> yayınlamıştır.</i></div><br />H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-74755275614927775962022-05-08T17:11:00.004+03:002022-05-23T15:19:54.816+03:00Depresyonu Psikedelikler ile Tedavi Etmek: Bazı İkaz Bayrakları ve Sıkça Sorulan Sorular<div style="text-align: left;"><div><b>❗️ </b><b>Bu makalenin özgün haline Dr. Eiko Fried'ın<a href="ting-depression-with-psychedelics-red-flags-and-faq/" target="_blank"> kişisel web adresinden</a> erişebilirsiniz (</b><b>eiko-fried.com)</b><b>. Türkçe çevirisini web sitemde yayınlamama izin verdiği için kendisine teşekkür ederim. </b></div><div><b><br /></b></div><div><b>❗️ </b><b>You can access the original version of this article on Dr Eiko Fried's<a href="ting-depression-with-psychedelics-red-flags-and-faq/" target="_blank"> personal website</a> (eiko-fried.com). I thank him for allowing me to publish the Turkish translation on my website. </b></div></div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Sihirli mantarların aktif maddesi olan psilosibin[<a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Psilocybin" target="_blank">EN </a>- <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Psilosibin" target="_blank">TR</a>] yoluyla majör depresif bozukluğun tedavisine ilişkin yeni bir çalışma hakkında son günlerde çok fazla heyecan oluştu. <a href="https://www.nature.com/articles/s41591-022-01744-z" target="_blank">Makalede </a>ve <a href="https://twitter.com/neuroDaws/status/1513557485877137408" target="_blank">ilgili sosyal medya gönderilerinde</a> araştırmacılar tuhaf iddialarda bulundular. Örneğin; psikedeliklerin depresyonun yerleştiği beyinleri özgürleştirdiğini iddia ediyorlar. Bu iddialar, homeopati üzerine bir Youtube reklamından beklenebilecek ancak ciddi akademik konular üzerinde çalışan önde gelen araştırmacılardan duyulmasının beklenmeyeceği türden iddialar.</div><div style="text-align: left;"><br />Bu iddiayı, depresyonla ve bu tür tedavilerle ilgilenen araştırmacılar ve insanlar arasındaki çok sayıda sosyal medya tartışması izledi. Tweetlerime cevaben, doğrudan deneyime sahip insanların da dahil olduğu birçok içgörülü yorumla karşılaştım. Ancak, gerçekten daha iyi bilmesi gereken psikiyatristlerin bazı şaşırtıcı ifadeleri de vardı (Örneğin; iyi bir dergide yayınlanan bu tek çalışma vardır, o halde konu kapanmıştır).</div><div style="text-align: left;"><br />Bu nedenle bu konuyu takip ederken farkında olmanız gereken olası zorlukların bir listesini oluşturdum. Umarım bu konu listesi gazeteciler, doğrudan bunları deneyimlemiş insanlar, akademisyenler ve klinisyenler için yararlı olur. Değeri ne olursa olsun, şu konuda görüşlerimi sunabilecek nitelikte olduğumu düşünüyorum: Doktora derecemi depresyon üzerine yazdım ve 2010'dan beri depresyon üzerinde çalışıyorum ve konuyla ilgili yaklaşık 70 hakemli makalem yayımlandı. Ayrıca Leiden Üniversitesinde klinik deneyler üzerine dersler veriyorum.<br /><br /></div><div style="text-align: left;">Öyleyse devam edelim.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><b>Psikedelikler majör depresif bozukluk için güvenli ve etkili tedaviler midir?</b></div><div style="text-align: left;"><b><br /></b></div><div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEi_TjBUa97J7-uEpByOf3xA8ECEUn62LbR5bt0HnTI-4s2g-RFGBRMbPL6Qx9n_0qfZdtvoC1z2aUP5VovAGabsTriweGX839RVI5Tj5auYHxchPKGynKX3D8LSAecLnzxSh268iV0QHGwB7msaHBy5woXNfkyD8KJwghw9X4__QdV3esQUk7hksRAYPA" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="774" data-original-width="768" height="561" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEi_TjBUa97J7-uEpByOf3xA8ECEUn62LbR5bt0HnTI-4s2g-RFGBRMbPL6Qx9n_0qfZdtvoC1z2aUP5VovAGabsTriweGX839RVI5Tj5auYHxchPKGynKX3D8LSAecLnzxSh268iV0QHGwB7msaHBy5woXNfkyD8KJwghw9X4__QdV3esQUk7hksRAYPA=w600-h561" width="600" /></a></div><br />Kısa yanıt; gerçekten bilmiyoruz çünkü yeterince araştırma yok ve var olan araştırmaların birtakım büyük sorunları var. En önemlilerinden bazılarını aşağıda listeliyorum.</div><h4 style="text-align: left;">Kontrol Gruplarının Eksikliği</h4><div style="text-align: left;">Bilimsel çalışmalar genellikle bir kontrol grubu olmayan “açık etiketli” çalışmalardır; bu aslında bir sorundur çünkü psikedeliklerin plasebodan daha iyi çalışıp çalışmadığı sorusunu yanıtsız biçimde açık bırakırlar. "Ama Eiko, plasebolar hiç yoktan iyidir, buradaki sorun ne?" Sorun şu ki zaten plaseboya sahibiz. Plasebolar ücretsizdirler ve yan etkileri yoktur. Plasebo etkisi için insanları potansiyel olarak zararlı etkileri olan psikedelik maddelere maruz bırakmaya gerek yok. Ayrıca zaten oldukça iyi çalışan tedavilerimiz var. Bu nedenle, psikedeliklerin güvenli ve etkili antidepresanlar olduğuna dair kanıt oluşturmak istiyorsak onları plasebo gruplarıyla ve nihayetinde standart tedavileri alan gruplarla karşılaştırmamız gerekir.</div><h4 style="text-align: left;">Körleme Eksikliği</h4><div style="text-align: left;">Antidepresan olarak kullanılması hedeflenen psikedeliklerle ilgili çalışmaların bir kontrol grubu varsa katılımcılar genellikle hangi grupta olduklarını bilirler. Mikro-dozlama tekniğini kullanan çalışmalar vardır, ancak genellikle, bu çalışmalarda psikedelik deneyim, aktif terapötik bileşenin bir parçası olduğu varsayıldığında katılımcılar, bizim "körleme" olarak adlandırdığımız koşullarda değildirler. Bu iki nedenden dolayı bir sorundur.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Birincisi, kontrol grubunda olduklarına inanan insanlar tedavileri daha az etkili olarak değerlendirirler. Yani deney grubu, kontrol grubundan daha iyi işlemiyor. Çünkü deney grubu plasebo grubuna kıyasla daha iyi sonuçlar veriyor ancak kontrol grubundaki katılımcılar deney grubuna kıyasla daha olumsuz değerlendirmeler verme eğilimindeler (Plasebo grubu oluşturulduğu varsayıldığında). Kontrol gruplarındaki kişiler, kontrol grubunda olduklarını bilmeleri durumunda araştırma sürecini yarıda bırakıp terk etme olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenle, terk oranları, insanların içinde bulundukları gruba kör bir biçimde girip girmediklerini kontrol etmenin iyi bir yoludur. <a href="https://bmcmedicine.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12916-018-1221-5" target="_blank">2018'de yeniden analiz ettiğimiz</a> SMILES çalışmasında (depresyon tedavisi olarak diyete girme), kontrol grubundaki terk oranının yüksek olduğunu bulduk. Körleme ile ilgili bariz sorunlardan dolayı kontrol grubundaki terk oranı, diyet(deney) grubundakilerden 4 kat daha yüksekti.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Ne yazık ki araştırmacılar bazen körlemeyi kullanmada istekli değildirler, eğer diğer araştırmacılar, körlemenin kullanılıp kullanılmadığını sorarlarsa ve araştırmacılar da olumsuz sonuçlar buldularsa bu konuda dürüst olmazlar. Bir antidepresan olarak Ayahuasca üzerine yakın zamanda yapılan <a href="https://twitter.com/EikoFried/status/1463964999760719885" target="_blank">bir çalışmada</a>, yazarlar “Çalışmamızda körlemenin yeterince sağlandığına inanıyoruz” diye belirtiyorlar. Makalenin eklerindeki materyallere baktığımızda Ayahuasca grubundaki 12 katılımcıdan 12'sinin (yani %100) Ayahuasca aldığını düşündüklerini, ancak plasebo grubundaki 14 katılımcıdan sadece 5'inin (yani %42) Ayahuasca aldıklarını varsaydıklarını görüyoruz.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Körleme eksikliğinin bir sorun olmasının ikinci bir nedeni daha vardır: Araştırmayı yürüten klinisyenler, katılımcıların hangi gruba ait katılımcılar olduğunu bilirler. Çalışma sonuçlarının genellikle bu klinisyenlerin bakış açısına dayandığını unutmayın. İnsanların içinde bulunduğu gruba kör olmadıklarında bu onların deneye ilişkin değerlendirmelerini etkileyebilir; bu nedenle deney ve kontrol grubu artık uygun şekilde karşılaştırılabilir değildir.</div><h4 style="text-align: left;">Çıkar Çatışması</h4><div style="text-align: left;">Antidepresan ilaçlar (psikedelik maddeleri de içeren) üzerine yapılan araştırmalar genellikle ilaç endüstrisi tarafından finanse edilmektedir. Prensipte bu sorun değil, ancak endüstri destekli çalışmaların test edilen ilacın lehine sonuçlar bulma olasılığının bağımsız araştırmalardan 5 kat daha fazla olduğuna dair çok güçlü kanıtlar olduğunun farkında olmanız gerekir. Tıpta, genel olarak konuşursak, bu tür çıkar çatışmalarının olması psikolojiden daha yaygındır ve elbette araştırmacılar, örneğin, bir ilaç endüstrisine danışmanlık yapmak için fon aldıklarında en yüksek etik standartları koruyabilirler. Ancak çatışmalar o kadar yaygın ve belirgin hale geldi ki bazen bir makalenin ne kadar güvenilir olduğunu merak ediyorum. Örneğin, en yüksek itibarlı psikiyatri dergilerinden birinde yayınlanan "tedaviye dirençli depresyonda Ketamin ve Esketamin'e yönelik kanıtları sentezleyen" yakın tarihli bir "uluslararası uzman görüşü" makalesini ele alalım. Bu makalede Ketamin yoluyla depresyonu tedavi etmek için patent sahibi olmayı da içeren bazı çıkar çatışmaları beyan edilmiştir. Büyük finansal çıkarlar devreye girerse böyle bir fikir yazısının ne kadar dengeli olabileceğinden şüpheliyim.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><blockquote class="imgur-embed-pub" data-context="false" data-id="a/9QxtHtz" lang="en"><a href="//imgur.com/a/9QxtHtz"></a></blockquote><script async="" charset="utf-8" src="//s.imgur.com/min/embed.js"></script><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Psikedelik literatüründeki birçok çalışmada bu tür çatışmalara rastlarsınız. Daha önce bu tür çatışmaların belirgin bir şekilde öne çıktığı alanlar hakkında yazdığım <a href="https://eiko-fried.com/ketamin-as-promising-treatment-for-suicidal-thoughts/">bir başka önemli 2016 Ketamin makalesi </a>aklıma geliyor.</div><h4 style="text-align: left;">Dış Geçerlik</h4><div style="text-align: left;">Şimdiye kadar yapılan çalışmalar genellikle çok az sayıda katılımcıya sahiptir. Bu, dış geçerlik dediğimiz bir şeyden dolayı sorunludur, yani araştırma kapsamında üzerinde çalışılan grubun verilerinin sonuçlarının, çalışmak istediğimiz genel grup üzerinde ne kadar genellenebilir olduğu sorunludur. Örneklem ne kadar küçükse genelleme yapmak o kadar güçleşir. Seçimlere ilişkin birkaç örnekle bu konuyla ilgili<a href="https://eiko-fried.com/small-samples-can-be-inherently-problematic/" target="_blank"> özel bir blog yazısı yazmıştım</a>. Bir sonraki başkanlığı kimin kazanacağına yönelik güvenilir bir gösterge olarak 30 kişilik bir ankete güvenmezsiniz. O zaman neden 30 katılımcıyla yürütülmüş bir antidepresan çalışmasına daha fazla güvenesiniz? Aynı şey.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Bununla ilgili bir başka problem de, depresyon için psikedelik deneylere katılan kişilerin genellikle zaten psikedelikler ile ilgili öncesinde deneyimleri olan gönüllüler olmasıdır. Ancak psikedeliklerin güvenli ve etkili olduğunu önermek, çoğu durumda çoğu insan için işe yaradığını kanıtlamayı gerektirir (yine dış geçerlik sorunu) ve bunun için yeterli kanıt yoktur. "Fakat Eiko, önceki araştırmalarda katılımcıların sadece yarısı daha önce psikedelik ilaçlar kullandığını belirtti.” Evet, doğru ancak çalışmaların genellikle yasa dışı ağır uyuşturucu almanın ciddi yasal sonuçlara yol açabileceği ABD'de yapıldığını ve insanların önceden uyuşturucu kullanımını her zaman doğru olarak bildirmeyeceklerine inanmak için güçlü nedenler olduğunu unutmayın. Ayrıca, daha önce uyuşturucu deneyimleri olup olmadığını sorgulamak da alışılmadık bir durum değildir; bu da insanlara yalan söylemeleri için başka bir neden verir, çünkü potansiyel olarak hayat kurtarıcı tedaviye erişim elde etmek isterler. Yani buradaki insanlar tamamen dürüst değillerse bunu gerçekten anlarım. Ama dış geçerlik mevzubahis olduğunda bunun farkında olmamız gerekiyor.</div><h4 style="text-align: left;">Takip Çalışmalarının Süreleri</h4><div style="text-align: left;">Araştırmalar yeni antidepresan ilaçlarını genellikle şiddetli, tedaviye dirençli depresyonu -kronik ve tekrarlayan bir hastalık- olan kişilerde test ettiklerini iddia ediyorlar. Ardından katılımcıların seyrini sadece birkaç gün veya hafta boyunca takip ediyorlar. İnsanlar bu dönemde biraz daha iyileşse bile, bu, belirtilerin kısa süreli bir azalmasından ziyade bunun bir özgün tedavi olarak işe yaradığı anlamına gelmez.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Yukarıda bahsettiğim, katılımcılarının ortalama 11 yıl boyunca depresyondan muzdarip olduğu Ayahuasca çalışmasını hatırlıyor musunuz? Çalışma 7 gün sürmüş ve sonra durdurulmuştur. Yazarlar, çalışmalarının “psikedeliklerin güvenliğini ve terapötik değerini” desteklediğini iddia etmişler. Kanser gibi başka bir şiddetli ve tekrarlayan kronik hastalığınız olsaydı ve tedavi çalışmaları için seyrinizi sadece 7 gün boyunca takip etselerdi, bu sizin için sorun olmaz mıydı?</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">"Ama Eiko, antidepresan tedavileri ve psikoterapi de dahil olmak üzere birçok başka çalışmada çok benzer sorunlar var". Kesinlikle. Ancak bu, ne yazık ki, psikedeliklerle ilgili çalışmaları daha güvenilir kılmaz - sadece bu tür sorunları olan belirli çalışmalar hakkında şüpheler uyandırır.</div><h4 style="text-align: left;">Diğer İkaz Bayrakları</h4><div style="text-align: left;">Başka birçok ikaz bayrağı söz konusu. Araştırmalar, insanların ne kadar iyileştiğini görmek için genellikle birden fazla ölçüm kullanır ve ardından tedavinin en iyi sonuç verdiği ölçümleri diğerlerinin arasından seçerek raporlar veya çalışma protokolünde kayıt ettiği bir birincil sonuca sahiptiler ancak daha iyi "çalışan" bir başka sonucau gördüklerinde ona geçiş yaparlar. Endüstri sponsorluğu ile yapılan çalışmaların bu tür örüntüleri gösterme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteren literatür var. On yıllardır yaygın olarak bilindiği halde, belirtiler ortadan kalksa bile, insanlar hala yaşam kalitesi, işlevsellikte bozulma vb. ile ilgili ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığında araştırmalar birincil sonuç olarak belirtilerin azaltıldığına yönelik bulgulara odaklanmaktadır. İyileşmeye ilişkin ölçüm, insanların sergiledikleri belirli belirtilere ek olarak, insanların yaşamlarının nasıl olduğuna odaklanmalıdır.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Bilim insanlarının bu gibi sorunları incelemesi zaman alıcıdır ve pek de ödüllendirici değildir. Yazarlar genellikle endüstri tarafından desteklenir ve bağımsızlıkları sorgulanabilir durumdadır. Dergiler, çıkar çatışmaları ve hakem incelemesi ile ilgili yapısal sorunlara işaret ettiği için makalelerdeki büyük kusurlar konusunda hızla savunmaya geçerler. Sonrasında eleştirel yorumlar yayınlansa bile, genellikle hak ettikleri ilgiyi görmüyorlar. Depresyonu tedavi etmek için psikedelikleri kullanmak üzerine bir gazete makalesi yazmak, bahsigeçen çalışmanın sonuçları çarpıttığını ve çoklu ölçümleme, dış geçerlik ve körleme sorunları olduğunu söyleyen bir başka yazıdan çok daha dikkat çekici. Bu yüzden bu ilaçların gerçekten işe yarayıp yaramadığı sorusu yanıtsız kalıyor.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Neyse ki bu zorlu bir iş olsa da <a href="https://twitter.com/ioanaa_cristea?lang=en" target="_blank">Dr. Ioana Cristea</a> gibi bazı kişiler bu işi yapıyor. Depresyonu tedavi etmek için eğlence amaçlı ilaçların kullanımıyla ilgili artan literatürde tanımlanmış sorunların örneklerini <a href="https://www.thelancet.com/journals/lanpsy/article/PIIS2215-0366(19)30292-5/fulltext" target="_blank">burada </a>ve <a href="https://osf.io/ne26f/" target="_blank">burada </a>bulabilirsiniz. Ayrıca <a href="https://eiko-fried.com/ketamin-as-promising-treatment-for-suicidal-thoughts/" target="_blank">burada </a>ve <a href="https://eiko-fried.com/the-myth-of-the-miracle-cure-is-ketamine-an-efficacious-antidepressant/" target="_blank">burada</a> Ketamin'e odaklanarak birkaç kez bu konu hakkında yazılar yazdık.</div><h4 style="text-align: left;">Gidişat</h4><div style="text-align: left;">Genel olarak konuşursak zihinsel sağlık sorunları olan kişilerin genellikle bu sorunların temelinde nedenler vardır. Depresyon açısından konuşmak gerekirse insanlar genellikle işsiz olmak ve iş bulmak için çok uğraşıp iş bulamamak gibi kaçması zor yaşam durumlarında sıkışıp kalırlar. Elbette depresyona giden birçok başka yol ve depresyona girmenin birçok yolu var. Ancak, insanlar sürdürdükleri yaşamlarından nadiren koparlar. Yaşam koşulları yeterince şiddetliyse ne kadar dirençli olursak olalım çoğumuz depresyona gireriz. Örneğin; anksiyete bozuklukları açısından iyi olmamak genellikle travmatik olayın şiddetli stres etmenlerinden önce gelir - yani, yine yaşam koşulları/durumları.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Herhangi bir ilacın bir kerelik dozunun (hatta tekrarlanan dozlarının) bu tür sorunları temelli çözebileceği fikri bana tuhaf geliyor çünkü dünya böyle yapılandırılmamış. Uyuşturucular işsizliği, engelliliği, cinsiyetçiliği, damgalamayı veya tacizci bir partneri çözemez. Savunucuları sıklıkla, ilaçların bu deneyimlerle daha iyi ilişki kurmasına yardımcı olabileceğini ve belki de bazı insanlar ve bazı problemler için bunun mümkün olduğunu ve belki de bazı psikoterapilerin bu şekilde çalıştığını söylüyorlar. Ancak psikedeliklerin bunu başardığına dair güçlü bir bilimsel kanıt yok ve bu nedenle şüpheci kalmalıyız.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Özetle, bu sonuçlar her ne kadar “sadece” bazıları için işe yarasa da her türlü tedavi seçeneğini araştırmak için gerekli olan zihinsel sağlık sorunlarına sahip insanlara/katılımcılara kesinlikle borçluyuz. Klinik psikoloji ve psikiyatride her soruna tek bir çözüm yaklaşımının pek işe yaramaması sorun değil. Katılımcılar bize bir şeyin yararlı olduğunu söylerlerse (Örneğin; pek çok kişinin rahatlamasını sağlayan tıbbi marihuananın işe yarama biçimi) bu konuda deneyimleri olan insanları dinlemeliyiz. Araştırmacılar tedavilerle ilgili olumlu deneyimleri olan klinisyenleri de kesinlikle dinlemelidir.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Ama aynı zamanda insanlar için abartılara ve heveslere karşı şüpheci olmayı da borçluyuz. İşe yarayan mevcut tedaviler var. Bunlar her zaman bizim istediğimiz kadar iyi çalışmıyorlar ama işe yarıyorlar ve yeni mucizevi ilaç tedavileri tehlikelidir çünkü daha sonra etkili ve potansiyel olarak hayat kurtarıcı bir tedavi alamayan bir kişiye uygulanabilir. Geçen yüzyılda yüzlerce büyük vaatler edilmiş mucizevi tedavileri gördük. Çok az bir kısmı bazı insanlar için oldukça iyi çalıştı. Hiçbiri herkes için inanılmaz derecede iyi çalışmadı. Psikedelikler de mucizevi bir tedavi olmayacaktır ve o yeni Nature Medicine makalesine geri dönersek: Hayır, bu ilaçlar "<a href="https://twitter.com/neuroDaws/status/1513557485877137408" target="_blank">kemikleşmiş depresif beyninizi özgürleştirmeyecekler</a>"[<span style="font-size: x-small;">1</span><span>]</span>. Depresyon böyle bir şey değildir. Ne ilaçlar ne de insan beyni böyle çalışmıyor.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><b>❗️ </b><b>Bu makalenin özgün haline Dr. Eiko Fried'ın<a href="ting-depression-with-psychedelics-red-flags-and-faq/" target="_blank"> kişisel web adresinden</a> erişebilirsiniz (</b><b>eiko-fried.com)</b><b>. Türkçe çevirisini web sitemde yayınlamama izin verdiği için kendisine teşekkür ederim. </b></div><div style="text-align: left;"><b><br /></b></div><div style="text-align: left;"><b>❗️ </b><b>You can access the original version of this article on Dr Eiko Fried's<a href="ting-depression-with-psychedelics-red-flags-and-faq/" target="_blank"> personal website</a> (eiko-fried.com). I thank him for allowing me to publish the Turkish translation on my website.</b></div><div style="text-align: left;"><b><br /></b></div><div style="text-align: left;"><span><a name='more'></a></span></div><div style="text-align: left;">[<span style="font-size: x-small;">1</span><span>]</span>: Bunun, makalenin ilk yazarının gerçek bir tweet'i olduğuna dikkat edin - kutsal aldatıcı, Batman. Benzer ifadeler Nature Medicine makalesinde iki kez yer almaktadır.</div></div>H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-76567915339828303622019-12-04T21:28:00.000+03:002019-12-04T22:14:56.655+03:00Kaybedilenlere AğıtlarMelankoliyi severim. Ancak melankoli duygusunda uzun süre gezinmeyi bir küstahlık olarak görürüm birini kaybeden veya kaybetmiş birinin yanındayken. Bunu kendime hatırlatmak için bu listeyi de buraya bırakıyorum. Özellikle Tool'un Wings for Marie çiftlisini şimdiye değin yazılmış en güzel ağıt dizeleri olarak görüyorum.<br />
bkz: <a href="https://eksisozluk.com/10-000-days--1499203?a=nice">https://eksisozluk.com/10-000-days--1499203?a=nice</a><br />
<br />
Sizin önerdiğiniz bir eser var mıdır?<br />
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
1-</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/xBh2QsQcZz4" width="560"></iframe><br /></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
2-</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/BNTo34xOwoM" width="560"></iframe><br /></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/qJq9y9xPKWs" width="560"></iframe><br /></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
3-</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/t0EZcAhrP5A" width="560"></iframe><br />
<br />
<div style="text-align: left;">
4- H. Y.'den</div>
<iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/hexXCoOD_RI" width="560"></iframe><br />
<br /></div>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-92130915570720207562019-01-28T16:51:00.001+03:002022-06-13T10:45:39.346+03:00Gris: Anlam Arayışı<div style="text-align: justify;">
Gris. Nomada Studio'nun geliştiriciliğini üstlendiği Devolver Digital'in duyurduğu oyun, içinde ölümün olmadığı, yani ana karakteri öldüremediğiniz, müzikleri ve atmosferiyle huzur veren ancak hikayesiyle de biraz sarsan başarılı bir bağımsız çalışma olarak göze çarpıyor. Gris bir platform oyunu evet ama dikkat etmezseniz çoğu şeyi gözden kaçırabilirsiniz. Manzaranın bir parçası sandığınız ögeler aslında sizi farklı yollara yönlendirebiliyor. Bazense fark ettirmeden karşınıza bulmacalar çıkartıyor ve bu bulmacalar oyun, akışını bozmadan, ilerleyişe kesinlikle nefis bir tat katmış.</div>
<img alt="gris game gif ile ilgili görsel sonucu" height="359" src="https://media1.giphy.com/media/1gdkT9Ufgxu41EaGn5/giphy.gif" style="display: block; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="640" /><br />
<div style="text-align: justify;">
Oyunda sesini ve bununla birlikte kişisel iradesini kaybeden ve yas sürecinde olan bir kadın karakteri yönetiyorsunuz. Duygularından ve geçmişinden kaçan karakterimizin korkuları ve acıları, başlangıçta onu taciz etmeye ve cezalandırmaya çalışan bir kuş sürüsü şeklini alıyor. Karakterimiz oyuna çok zayıf bir şekilde başlıyor, bir ayağını diğerinin önüne bile atamıyor. Ancak zamanla inanılmaz derecede hareketli ve yetenekli hale gelip Gris’in içsel gücünü geri kazanmak için bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bunu benliği yeniden keşfetme olarak tanımlayabilirim.</div>
<img height="359" src="https://thumbs.gfycat.com/ContentDesertedGoldfish-size_restricted.gif" style="display: block; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="640" /><br />
<div style="text-align: justify;">
Gris, bize içimizdeki barındırdığımız korkularla ilgili bir şeyler anlatmak isteyen bir oyun. Bunu güzel bir sanat tarzı, hareketli bir ses manzarası ve zaman zaman metaforla bezenmiş bir tasarımla yapıyor. Özellikle soundtrackler tek başına o kadar başarılı ki sizi bambaşka dünyalara sürüklüyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
Oyunun tasarımsal çizimlerine bakıldığında karakterimiz kırılgan ve parçalanmış bir devin elinin içinde ortaya çıkıyor. Oyunda ilerledikçe Gris, daha suluboyayla donatılmış canlı renklerle ve akışkan hareketlerle yıkanıyor. Zamanla daha karmaşık hale gelen desen ve şekil katmanlarıyla size adeta bir tablonun içindeymiş hissi veriyor. Ve sizi içine çekiyor.</div>
<img alt="gris game gif ile ilgili görsel sonucu" height="358" src="https://i.pinimg.com/originals/4c/6e/a4/4c6ea428fe163e1b2d51aa26f268884f.gif" style="display: block; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="636" /><br />
<div style="text-align: justify;">
Oyunun sembolleri hakkında daha fazla şey fark etsem bile, bazı şeyleri akışına bırakıp atmosferin tadını çıkarmak daha cazip hale geliyor. Ortamdaki atmosfer karaktere, dolaylı olarak da, size seslenerek acıyı ve kaybı duraklatmaya ve bunun üzerine düşünmeye davet ederek sizi bu duyguları kabullenmeye ve huzura doğru ilerlemeye teşvik ediyor. Süreç boyunca karakterimiz salt bir çevrede ilerlemiyor. Size tepki veriyor, sizi ağırlıyor. Oyunun konusu bir şekilde insanın “kendiyle yüzleşme” çabasına dayanıyor. Bu şekilde kapalı bir anlatımı olan, derin okuma gerektiren eserleri çok beğeniyorum ki bunu Annihilation için de söylemiştim. <br />
Sonuç olarak, Gris herkesin kendince bir anlam çıkarabileceği, yaşam ile ölümün arasında gelip giden bizleri anlam arayışına sürükleyen ve bunu inanılmaz müzikleriyle ve renkleriyle eşleştiren bir baş yapıt.<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/gvECQlxrhbw" width="560"></iframe><br /></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com2Karahisar, Karahisar Mahallesi, 20960 Tavas/Denizli, Türkiye37.613076 28.95753899999999712.1141425 -12.351055000000002 63.1120095 70.266133tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-51868693701732783672017-11-14T12:13:00.004+03:002017-11-15T11:25:27.107+03:00Elon Musk Üzerine Bir AnektodAshlee Vance tarafından yazılan <i><span style="color: yellow;">Elon Musk: Tesla,Spacex Ve Muhteşem Geleceğin Peşinde (Elon Musk: Tesla, SpaceX, and the Quest for a Fantastic Future)</span></i> adlı kitabında karşıma çıkan ve çok beğendiğim bir kısım. Konu, Elon Musk'un ergenlik döneminde geçirdiği varoluşsal kriz ile ilgili:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXsbHiKn-OQR1CCYEeKSR4TsxUK417pPVHpQnFMBc5nV5j_dSLINAQdkQP51bEt_RG9vAA2aSK_4N3TrjPDiDlP9Ww7RK8-eTbUjWnXzCCA-cdTji_QG88DYgGI_rD9PWJErPmd_sbIMQg/s1600/image.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="377" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXsbHiKn-OQR1CCYEeKSR4TsxUK417pPVHpQnFMBc5nV5j_dSLINAQdkQP51bEt_RG9vAA2aSK_4N3TrjPDiDlP9Ww7RK8-eTbUjWnXzCCA-cdTji_QG88DYgGI_rD9PWJErPmd_sbIMQg/s400/image.jpg" width="250" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
14 yaşı civarındayken Musk tam bir varoluşsal kriz içindeydi. Birçok üstün yetenekli ergenin yaptığı gibi o da dine ve felsefi metinlere yönelerek bununla baş etmeye çalıştı. Musk, yaşamında ona en çok tesir eden kitaplardan biri olan Douglas Adams 'ın <i><span style="color: lime;">Otostopçunun Galaksi Rehberi (The Hitchhiker's Guide to the Galaxy)</span></i>'ndeki bilim-kurgu derslerini benimseyerek bir tutam ideolojiyi kendine örnek aldı. "O, en zor şeylerden birinin, sorulacak sorunun ne olduğunu bulmak olduğunu söyler." diyor Musk. "<span style="color: #f1c232;">Eğer bir kez soruyu sorarsan, sonrasında, cevap, görece, daha kolaydır. Sorulacak soruyu daha iyi kavramak, anlamak için insan bilincinin ölçeğini ve kapsamını artırmaya gerçekten önem vermemiz gerektiği sonucuna vardım.</span>" Daha sonra genç Musk şu aşırı mantıklı görev tanımına ulaşıyor. "Yapılması tek mantıklı olan tek şey, daha büyük bir kolektif aydınlanma için çabalamaktır." diyor.</div>
</blockquote>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-68060006254721622992017-05-08T00:22:00.001+03:002017-05-08T00:25:48.767+03:00Gelecek<div style="max-width: 854;">
<div style="height: 0; padding-bottom: 56.25%; position: relative;">
<div style="max-width: 854;">
<div style="height: 0; padding-bottom: 56.25%; position: relative;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="480" scrolling="no" src="https://embed.ted.com/talks/lang/en/elon_musk_the_future_we_re_building_and_boring" style="height: 100%; left: 0; position: absolute; top: 0; width: 100%;" width="854"></iframe></div>
</div>
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="480" scrolling="no" src="https://embed.ted.com/talks/lang/tr/elon_musk_the_mind_behind_tesla_spacex_solarcity" style="height: 100%; left: 0; position: absolute; top: 0; width: 100%;" width="854"></iframe></div>
</div>
<div style="max-width: 854;">
<div style="height: 0; padding-bottom: 56.25%; position: relative;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="480" scrolling="no" src="https://embed.ted.com/talks/lang/en/elon_musk_the_future_we_re_building_and_boring" style="height: 100%; left: 0; position: absolute; top: 0; width: 100%;" width="854"></iframe></div>
</div>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-44010381656169271082017-02-02T13:07:00.001+03:002017-02-02T16:58:05.338+03:00Sokrates'in Ölümü - Death of Socrates<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large; margin-left: auto; margin-right: auto;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/8c/David_-_The_Death_of_Socrates.jpg" target="_blank"><img border="0" height="420" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/8c/David_-_The_Death_of_Socrates.jpg" width="640" /></a></span></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/8c/David_-_The_Death_of_Socrates.jpg" target="_blank"><span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif; font-size: small;">Tablonun üzerine tıklarsanız yüksek çözünürlükle inceleme fırsatı bulabilirsiniz. Ayrıntıları görme açısından tavsiye edilir.</span></a><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: center;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Fransız ressam Jacques-Louis David tarafından 1787'de yapılan bir yağlı boya resmi olan bu tuvali okumaya başlamadan önce şunu belirtmek gerekiyor: Hakkında hiçbir şey bilinmeden esere bakıldığında bile göze çarpan bazı nitelikler var gibi, ne dersiniz? Sizler neler görüyorsunuz? Sizden isteğim bu çalışmayı iyice inceledikten sonra bu yazıyı okumanız. İnanın, değecektir.</span></span><br />
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><span style="text-align: center;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><span style="text-align: center;">Hadi başlayalım. </span></span><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large; text-align: center;">İlk olarak göze çarpanlar: </span><br />
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><span style="text-align: center;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><span style="text-align: center;">1- Sahnenin netliği.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
</td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDCTcVcTTPY_SzuDbv3kTdSS7sZX-ZfPrAZcK7uOclAXXDN_gSmT0zhUzJECKHht2bmB64FQL_cEchv2544_odr0MtaVkMG3Ysnt_y1g0JTzcJi6LiaUp2aVJfblUgwTXrBoH2Hb8NdlxJ/s1600/Ads%25C4%25B1z.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><img alt="" border="0" height="358" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDCTcVcTTPY_SzuDbv3kTdSS7sZX-ZfPrAZcK7uOclAXXDN_gSmT0zhUzJECKHht2bmB64FQL_cEchv2544_odr0MtaVkMG3Ysnt_y1g0JTzcJi6LiaUp2aVJfblUgwTXrBoH2Hb8NdlxJ/s640/Ads%25C4%25B1z.png" title="2-Ortadaki Adamın Jestlerinin Sertliği" width="640" /></span></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">2- Ortadaki adamın jestlerinin(el işaretinin) keskinliği, sertliği</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibET72uAeuNzdQrAU8e2kV0QASNjZeo5ktv9Ax71FR26T4g3o24FhCr1S5Rcgffx0Y3lZ0_Q9lNmWmH7wO8_kiQbS_wuxfBsUuexl7hadbzOJ7Yx3me-VIt7_RuPv1oE-M-WVMWiI5OSpw/s1600/Ads%25C4%25B1z.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><img alt="" border="0" height="355" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibET72uAeuNzdQrAU8e2kV0QASNjZeo5ktv9Ax71FR26T4g3o24FhCr1S5Rcgffx0Y3lZ0_Q9lNmWmH7wO8_kiQbS_wuxfBsUuexl7hadbzOJ7Yx3me-VIt7_RuPv1oE-M-WVMWiI5OSpw/s640/Ads%25C4%25B1z.jpg" title="3- Kadeh ve ona uzanan el arasındaki etkileşim" width="640" /></span></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: left;"><div style="text-align: justify;">
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">3- Kadeh ve ona uzanan el arasındaki etkileşim</span></span></div>
<span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">
</span></span>
<br />
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9-bZI3amTav0RWXb58QyAFKrOc_H2qKTUxbQkRR_bRs2Po8UhQtjoadBecBsS0-ccXa7nk_ddsQ63_MX5QOXr3odXMxTtD_qtnIkmgXqoFCefxHbW3eblKnSrRTpWyWGKcORE1hGYKMfK/s1600/2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="356" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9-bZI3amTav0RWXb58QyAFKrOc_H2qKTUxbQkRR_bRs2Po8UhQtjoadBecBsS0-ccXa7nk_ddsQ63_MX5QOXr3odXMxTtD_qtnIkmgXqoFCefxHbW3eblKnSrRTpWyWGKcORE1hGYKMfK/s640/2.jpg" width="640" /></a></span></div>
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">
</span>
<br />
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"> 4- Sahne ışıklarının ışıkları ve gölgelerin yönü.</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPC9azugxq0qc6JOdO-Suj-kfasIpSKPJBve-6KufiS4AckUZMHEjTv4wpL31UQeLZ96QhyodqUxxSnpMUtBbU8jAF63qqZn0dbvplP7gmncsDGOXsZGB4VnFdNXJXbIRJQyigIzJSyCQq/s1600/3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="356" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPC9azugxq0qc6JOdO-Suj-kfasIpSKPJBve-6KufiS4AckUZMHEjTv4wpL31UQeLZ96QhyodqUxxSnpMUtBbU8jAF63qqZn0dbvplP7gmncsDGOXsZGB4VnFdNXJXbIRJQyigIzJSyCQq/s640/3.jpg" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"> 5- Yumuşak dokulu sarkan elbiseler, kumaşlar.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf6nC8eEvkqCELWqExau4aP5d-l13yYoFNz4JXwLh4jfz1yWYRdaD6N5o56fkzaQ9vlo3JHMPa3XQsq2vklCzFekq25J5irnvz_ofVRUdlw7FY2IYhFljTvrGiVGGe3nlhxcni0b9R7m8h/s1600/4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf6nC8eEvkqCELWqExau4aP5d-l13yYoFNz4JXwLh4jfz1yWYRdaD6N5o56fkzaQ9vlo3JHMPa3XQsq2vklCzFekq25J5irnvz_ofVRUdlw7FY2IYhFljTvrGiVGGe3nlhxcni0b9R7m8h/s640/4.jpg" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"> 6- Mat renkli duvar taşları.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Başlıktan da anlaşıldığı üzere bu sahne, Sokrates'in Ölümü'nü betimlemektedir. Platon'un <span style="color: orange;">Euthyphro</span>, <span style="color: orange;">Apology(Sokrates'in Savunması)</span> ve <span style="color: orange;">Crito</span> adlı üçlemelerden sonra yazdığı, ruh ve öteki hayat konularının işlendiği <span style="color: yellow;">Phaedo </span>adlı eserde Sokrates'in son sözleri anlatılmaktadır. Sokrates, Atina mahkemesince, şehir halkının inandığı tanrılara inanmamak ve gençlerin ahlakını bozarak onları yozlaştırmak suçlarından dolayı<span style="color: lime;"> baldıran</span> zehri içirilerek idam cezasına çarptırılmıştır (Apology adlı eser çoğunlukla bu mahkemedeki savunmayı anlatır). İdam cezasından önce ise bir aylık bir mahkumiyet geçirecek olan Sokrates için bu zaman dilimi öğrencileriyle beraber olmak için çok önemlidir. Platon'un Crito adlı eserde Sokrates'in idam yerine sürgünü seçip yaşayabilme imkanının olduğunu ancak Sokrates'in bunun yerine ona nihai dersini verme fırsatını sağlayacak olan ölümü seçtiği anlatılır. Çünkü bir filozof için ölüm, korkulması gereken bir olgu değil, aksine kucak açarak yüceltilmesi gereken olgudur. Ressam Louis David, resmetmek için Sokrates'in tam zehiri içmek için elini uzattığı anı seçmiştir ve Sokrates'e baktığımızda da elini uzattığı şey ölümü değilmişcesine ve sanki ruhun ölümsüzlüğünü bildirircesine sol eliyle göğü göstererek ulaşmak istediği öteki dünyayı işaret ediyor ve etrafındaki öğrencilerinin üzüntüsünü paylaşmıyor gibi.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwniA9q71-iAan0tY6UGUxoOhMrSqRWwKQRoKyTWm0huBvPqlveE_4IOAATrbBOVUB-bSfB9Hso_ZD96A7n7qbk8CrXwWptkbEzp_x3kkH_Miq_NmuJ5Q7PQIQQk6CS6X8vktqPJGI6YFF/s1600/Ads%25C4%25B1z.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="356" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwniA9q71-iAan0tY6UGUxoOhMrSqRWwKQRoKyTWm0huBvPqlveE_4IOAATrbBOVUB-bSfB9Hso_ZD96A7n7qbk8CrXwWptkbEzp_x3kkH_Miq_NmuJ5Q7PQIQQk6CS6X8vktqPJGI6YFF/s640/Ads%25C4%25B1z.png" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Ressam David'in Sokrates'i betimleyişine bakıldığında, David onu yüceltiyor. Çünkü Sokrates ölüme mahkum edildiğinde yetmişli yaşlardaydı ancak tuvalde oldukça iri ve kaslı bir vücut ile resmedilmiş. Sol üst köşeden gelen gelen yatık ışık Sokrates'in üzerine düşerek, <u>resimdeki en parlak figürü </u>oluşturuyor. Bunun yanında tuvaldeki renklere odaklanıldığında ise, orta figürler olan beyazlar içindeki Sokrates ve <span style="background-color: white; color: #cc0000;">kırmızılı idam görevlisi</span>(Günahın rengi) dışındaki diğer sağ ve sol kenardaki figürlerin renkleri soluk.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9MBQDcqkqGREo1tu2plp_WBRRzhDqMRKKvnMfNX0CeZ8Xx-tBGfJwXJnrrynU1irNb8trJinV9fJ-wsy6YB8Lu37IVlViAwz0fMpp-8Guy1zu0GA0pwQme3kLBC7-xL56nlDmZfeTA9Xq/s1600/6.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9MBQDcqkqGREo1tu2plp_WBRRzhDqMRKKvnMfNX0CeZ8Xx-tBGfJwXJnrrynU1irNb8trJinV9fJ-wsy6YB8Lu37IVlViAwz0fMpp-8Guy1zu0GA0pwQme3kLBC7-xL56nlDmZfeTA9Xq/s640/6.png" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Sokrates'in bu ikonik haline yoğunlaştığımızda, ressam için Sokrates, tutkuya karşı Stoacı bir dirence sahip bir üstad ve soyut bir ideale olan bağlılığını ölümle karşılaştığında bile sürdüren bir kahraman halde gözüküyor. İşte bu mesaj oldukça önemli. Bu resme neredeyse 300 yıl öteden bakınca anlaşılamayan bir mesaj... Bunu kavramak için o zamanların toplumsal hareketliliklerini düşünmek gerekli. Ressam David, Sokrates yoluyla halkına Fransız İhtilali öncesinde sesleniyor gibi. Monarşi'nin düşüşe geçtiği, Reformcuların tıpkı Antik Yunan'daki gibi bir demokrasi için sızlanmaya başladığı eşik zamanları hayal edin.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaSvmibSmUPhGBw3-ZI4eY0iSsngnV01nGaVqSNTYEkkIkc_C-EnSKyf6aFDN0adLDDX9AX_u79Bo8TvzEO8HOjb3Qdkj8VlAUTtBJJq1hBqthw_gGnkWyqiWa0qvonM8xQhklMGV2AKsB/s1600/6.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="353" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaSvmibSmUPhGBw3-ZI4eY0iSsngnV01nGaVqSNTYEkkIkc_C-EnSKyf6aFDN0adLDDX9AX_u79Bo8TvzEO8HOjb3Qdkj8VlAUTtBJJq1hBqthw_gGnkWyqiWa0qvonM8xQhklMGV2AKsB/s640/6.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Öte yandan, bu tuval aynı zamanda ressam David'in şöhretini kazandığı iki resimden bir tanesidir. Bir diğeri ise, "<a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Oath_of_the_Horatii" target="_blank">Horatii'nin Yemini (Oath of Horatii)</a>" adlı kanvastır. Sözü geçen ikinci eser Neoklasizmin en iyi örnekleri olarak kabul edilmektedir.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/70/Jacques-Louis_David_-_Oath_of_the_Horatii_-_Google_Art_Project.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="498" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/70/Jacques-Louis_David_-_Oath_of_the_Horatii_-_Google_Art_Project.jpg" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Yakından baktığımızda görüyoruz ki, David bu iki eserde de, Antik Yunan heykellerinin sadeliğinden ve Romalıların anatomiye ve kas sistemine olan hayranlığını gösterdiği iki boyutlu tarihi oymalarından ilham alıyor (Bu stil, Kraliyet ailesinin hazcı yaşam tarzını temseil eden Rococo akımının tam tersi olarak görülür).</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/7f/Antoine_Watteau_-_L'imbarco_per_Citera.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" height="414" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/7f/Antoine_Watteau_-_L'imbarco_per_Citera.jpg" title="Rococo akımına örnek bir eser" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
Rococo akımına örnek bir eser</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-size: large;">"Horatii'nin Yemini" ve "Sokrates'in Ölümü" eserlerine baktığımızda göze çarpan bir diğer ortak özellik, kendilerini bir ideale, prensibe adamış olanlar oldukça köşeli bir geometrik hat ile tasvir edilmiş iken tutkuya esir olanlar(duygularına kendini kaptırmış olanlar) zayıf ve kavisli hatlarla gösterilmiştir.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBbRepxQlXA0tDZuVdLr96L2ooG5gErlUKPQA_-nlvWwOF9fbF7Nb4uSmrKGjW7dtLFarD9rORLaVrpeVjDP9jKmPV_01PWxYCcOiKSn0DrfreDlDNb-3iW_-jPfNC_eN-oNYphbfgIrEW/s1600/%25C5%259Fi.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBbRepxQlXA0tDZuVdLr96L2ooG5gErlUKPQA_-nlvWwOF9fbF7Nb4uSmrKGjW7dtLFarD9rORLaVrpeVjDP9jKmPV_01PWxYCcOiKSn0DrfreDlDNb-3iW_-jPfNC_eN-oNYphbfgIrEW/s640/%25C5%259Fi.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
3 asker ve Sokrates oldukça hacimli bir görünüme sahipler.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirZ1XlYb-tt0kQDWy7wBSi0QZ0LHNyG7o1G8iFnViQ6UFEi64QlBC4MbhAZmhXsf7fvLB91HR4BymfXwsqCPqngvlYmvjt743csw4XWkv62CnVRi-zYrNVa3TN6lu0Fl8barUHHr57Ap1N/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirZ1XlYb-tt0kQDWy7wBSi0QZ0LHNyG7o1G8iFnViQ6UFEi64QlBC4MbhAZmhXsf7fvLB91HR4BymfXwsqCPqngvlYmvjt743csw4XWkv62CnVRi-zYrNVa3TN6lu0Fl8barUHHr57Ap1N/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
Her iki resimde de yas ve hüzne kendisini kaptıranlar benzer tasvire sahipler..</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Ayrıca her iki çizimde de<a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Figure%E2%80%93ground_(perception)" target="_blank"> dikkati figürlere çekmek için arkaplan mat bir şekilde</a> gösterilmiş.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuhwzHzmjmzQpoK9DZRIboD0vYpxmZOjJbvLvQO3lM_6G2XcjT-uRwaOODlfYpVSgyc04sNmE5GZGTRcUODPu9I2KqJXduxIwt7zSsgEmSbx12E4DzBF1EnQpOmKLpjrPRDOGNu1iepBIQ/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuhwzHzmjmzQpoK9DZRIboD0vYpxmZOjJbvLvQO3lM_6G2XcjT-uRwaOODlfYpVSgyc04sNmE5GZGTRcUODPu9I2KqJXduxIwt7zSsgEmSbx12E4DzBF1EnQpOmKLpjrPRDOGNu1iepBIQ/s640/asd.png" style="cursor: move;" width="640" /></a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">İşte sonunda, benim için en vurucu ve önemli kısma geldik. Neden "Sokrates'in Ölümü" benim için bu kadar özel bir yere sahip? Ve bu bahsi geçen figür-arkaplan uyumunun özelliği nedir? </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Dikkat ederseniz, ressam ilgiyi çekmek ve sahnedeki epik ruhu ortaya çıkarmak için mat bir arkaplan kullanmıştı. Bunun özel bir sebebi var: Resme tekrar bakacak olursak, sahnedeki karakterler boylu boyuna serilmiş vaziyetteler ve bu, bizim için bir ipucu aslında. Öyle ki, sahnedeki olaylar bir uçtan bir uca okunabiliyor. "Sokrates'in Ölümü"nü ilk olarak sağdan sola bakarak okuyalım: </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1nwKYwr0cdXIMvrOZUc-igRNSOWdK_Tnzmj0tCik-lNLQMrJaTo4O52Y5_oAwBxMfzEPBAi-bXPXsVG1PhWg7jrXl9hfZfQiGg7vgK1Qet4GWS2kGHo5coQq_IuAAXCEFt8fYTEWT7mmH/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1nwKYwr0cdXIMvrOZUc-igRNSOWdK_Tnzmj0tCik-lNLQMrJaTo4O52Y5_oAwBxMfzEPBAi-bXPXsVG1PhWg7jrXl9hfZfQiGg7vgK1Qet4GWS2kGHo5coQq_IuAAXCEFt8fYTEWT7mmH/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">1-İlk olarak acı ve ızdırap içinde kıvranan, kendilerinden geçen Sokrates'in takipçileri sahneyi açıyorlar.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlO6thjuL84O0gXV4c0LIk_pTRhz7E30kLrxYBBrGGeFe6PkP7iuPCdYV4HzgGtpaMQrR1_ixw9wdZ8Kc7PoNPmAXiCFkV70D3H0RyrzizGEMElHjFGwofuSP1ilkvc1c2uED0hH-cWs_k/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlO6thjuL84O0gXV4c0LIk_pTRhz7E30kLrxYBBrGGeFe6PkP7iuPCdYV4HzgGtpaMQrR1_ixw9wdZ8Kc7PoNPmAXiCFkV70D3H0RyrzizGEMElHjFGwofuSP1ilkvc1c2uED0hH-cWs_k/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">2- Sokrates'e en yakın konumda bulunan karaktere bakalım şimdi de. Sokrates'in diğer öğrencileri gibi acı ve ızdıraba kendisini kaptırmamış sadece hüznünü yaşıyor ama dikkatini ustasının sözlerine vermiş vaziyette. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXNkhjV2rgBpWXog67NYrFR4yEU9LTudAH2WACoOclkc4m5iaOz8oPOEyK1o_aWIPmG57RaMFssqzb0QScLmT-Wi6TsH2acbidhq2FJt9mmO4toucKpf61ypxmGwWBTsXoGIGSrQVAWNax/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXNkhjV2rgBpWXog67NYrFR4yEU9LTudAH2WACoOclkc4m5iaOz8oPOEyK1o_aWIPmG57RaMFssqzb0QScLmT-Wi6TsH2acbidhq2FJt9mmO4toucKpf61ypxmGwWBTsXoGIGSrQVAWNax/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">3- Zehir kabına uzanan el. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Zehir ile el arasındaki mesafe hikayenin en önemli konumu niteliğinde ve zehir kabı tablonun merkezinde bulunuyor.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh3FAPkJ9cHisGo_X_lm-T_6dgo2dmDJRbLbWpczrAI-WPVxo6S2BMtz1Hw4m4PJfBhLC2G0haajYgodKRRwcL6e6hJv_E0U-uOMZT0-AJJghwXQe74i7PnSpyH1IVq-bKQmDxy2CVAZFM0/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh3FAPkJ9cHisGo_X_lm-T_6dgo2dmDJRbLbWpczrAI-WPVxo6S2BMtz1Hw4m4PJfBhLC2G0haajYgodKRRwcL6e6hJv_E0U-uOMZT0-AJJghwXQe74i7PnSpyH1IVq-bKQmDxy2CVAZFM0/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">4- Bakışlarını çevirerek kabı uzatan adam (kızıl renkli elbiseyle)</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0uMt5kM-JwLGaDFRZEoX2BFeCXktwtxASiNw5eHLhkxOqQ0GHI-HkMdP_wrwWMRPyuWsPmUsATuQL1hWxMZ2F9TVm6UtHMkoYmIzQHXjJHCMvB5Kcmx2bVZYFhn1qt8faHQ8xNcEYP0FN/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0uMt5kM-JwLGaDFRZEoX2BFeCXktwtxASiNw5eHLhkxOqQ0GHI-HkMdP_wrwWMRPyuWsPmUsATuQL1hWxMZ2F9TVm6UtHMkoYmIzQHXjJHCMvB5Kcmx2bVZYFhn1qt8faHQ8xNcEYP0FN/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">5- Son olarak, ve en önemlisi, etrafındakilerle ilişki içinde bulunmayan ve yatağın son kısmına oturmuş bir adam.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Ressam David asla çalışmasındaki kişilerin kimler olduğunu söylemedi. Ancak yaşanan olayları yazanlar tarafından aktarılıyor ki arkadaki kaygıyla uzaklaşan kişi Sokrates'in eşi Xanthippe ve bacağını kavrayan kişi de Sokrates'in en yaşlı ve ona en bağlı öğrencisi Crito. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZpKp07nRISh6Xpf_eviB33dCj9Ocom_l12N0vLkOXPsVgSMDpekN852_KjnuWDF9_Oy2X9FMSSGw3Q2MkvbpNnfTPlfMVRPYyTdxG8TEUe3zb1-ieSLpGwzciNsynuE048H5eoGV7cQpm/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZpKp07nRISh6Xpf_eviB33dCj9Ocom_l12N0vLkOXPsVgSMDpekN852_KjnuWDF9_Oy2X9FMSSGw3Q2MkvbpNnfTPlfMVRPYyTdxG8TEUe3zb1-ieSLpGwzciNsynuE048H5eoGV7cQpm/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Sokrates'e en yakın olan bu kişinin üzerine oturtuğu taşın altında ressamın ismini kazıdığını görüyoruz. Bu bir anlamda, Crito ile kendisi arasında sembolik bir yakınlığın olduğunu işaret ediyor gibi. Sanki Sokrates'in öğretilerine tıpkı Crito gibi sadık.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Gerçekte yaşananlara baktığımızda, ressam David'in olaylardaki ayrıntılarda değişiklikler yaptığını görüyoruz. Sokrates'in yüzünü ve fiziğini değiştirmenin yanında, olay esnasındaki kişi sayısını da azaltmış. Normalde 15 kişi iken 12 kişi görülüyor. Tıpkı Da Vinci'nin "Son Akşam Yemeği (Last Supper)" adlı çalışmasındaki gibi.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUdY-OJ_ujl7ruwDR72ipMcNn3qVDUjC5fxFwlqqHwHldGXdILlZjtTw9cUmrDJQxc8O7neaodval_Bsv_9nl1d-TJRTr5iTvmk4oOJdBGyrZFZA7JbZUKFXNOqrrYT3Vnv3-EUT-bLFj8/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUdY-OJ_ujl7ruwDR72ipMcNn3qVDUjC5fxFwlqqHwHldGXdILlZjtTw9cUmrDJQxc8O7neaodval_Bsv_9nl1d-TJRTr5iTvmk4oOJdBGyrZFZA7JbZUKFXNOqrrYT3Vnv3-EUT-bLFj8/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSSdBWnL2yyvvXjTjmjZ-tQ8V3NR7kzKPAUWLvT0l7TUwQOLVwD6ENqnj-HaAWEuHl2hKCj-k5jIwerE5urQpMyeXnEh6BjWqNZAs2FR2qdd3n5IVZpW50SZggl9825Tdl_SI5UQ-iAPaT/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSSdBWnL2yyvvXjTjmjZ-tQ8V3NR7kzKPAUWLvT0l7TUwQOLVwD6ENqnj-HaAWEuHl2hKCj-k5jIwerE5urQpMyeXnEh6BjWqNZAs2FR2qdd3n5IVZpW50SZggl9825Tdl_SI5UQ-iAPaT/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Ancak en çok dikkat çeken değişiklik, yatağın ucundaki adam. Sizce bu kim?</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large; text-align: center;">Atinalı Platon'un ta kendisi.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDjDm2qMIvhuB_DLG5YEu2FIiHCjYVkpmg7dYzLg6EnXmMGyAmx6305UMLT6i_jjEgADRK4Mb3ZiP2u5OOlChiVZpm6-71ryHAOkfXldH2gl87Xx91XTA1_noiW6VckNQS12T-Q_Yk7tqF/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="353" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDjDm2qMIvhuB_DLG5YEu2FIiHCjYVkpmg7dYzLg6EnXmMGyAmx6305UMLT6i_jjEgADRK4Mb3ZiP2u5OOlChiVZpm6-71ryHAOkfXldH2gl87Xx91XTA1_noiW6VckNQS12T-Q_Yk7tqF/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Sokrates'in öğretilerini 30 felsefi diyalog şeklinde bizlere taşıyarak popüler hale getiren kimse. Platon olmasaydı, Sokrates olmayacaktı. Bu iki karakter tarihi olarak neredeyse birbirlerine karışmış vaziyetteler. Hiç kimse Sokrates'in öğretilerinin bittiği ve devamında Platon'un öğretilerinin başladığı çizgiyi rahatlıkla ifade edemez. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Platon, Sokrates'in ölümünde yok değildi, ancak oldukça genç bir adamdı. Ancak ressam David, onu oldukça yaşlı ve içe dönük betimlemiş. Daha önce eseri sağdan sola okunabildiği gibi, soldan sağa da okuyabileceğimizden bahsetmiştim. Tüm bu incelemenin en güzel kısmı da sanırım burası. <u>Soldan sağa okumayı dikkatli baktığımızda fark ediyoruz ki aslında sanki tüm bu trajik olaylar</u></span><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"> <span style="color: yellow; font-weight: bold; text-decoration: underline;">aslında Platon'un zihninden dışarı yansıyanlar. </span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAKGDFJ2-MKmTJZvCY-OCnI77XIlCqDuW8JLADKbKgArtUFjMzTCwQGlylstOvGCoM_SfV9gbjFzKZiWJ9_lsbNYaLOA2DpIe1j9twVflcM0qkOzDk_QLsBL9Fg5FUz0SgDp9ZdMBMmXVz/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAKGDFJ2-MKmTJZvCY-OCnI77XIlCqDuW8JLADKbKgArtUFjMzTCwQGlylstOvGCoM_SfV9gbjFzKZiWJ9_lsbNYaLOA2DpIe1j9twVflcM0qkOzDk_QLsBL9Fg5FUz0SgDp9ZdMBMmXVz/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">David, yaşananları Platon'un zihninde bir hatıra gibi yeniden kurguluyor ve ressam Rafael'in "Atina Okulu (School of Athens)"da betimlediği Platon'un jesti gibi, Sokrates'e aynı izi taşıtıyor. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQ044In4Uy4dHlXd7W_izAB81MBOZXax7ROdGeYdlIAA2xlp8nH-xcMSa7HJKPv7ffzVibZcz7QmzgSOFRHL7mViJTjQrE3hLgzgqIthiGxxygv38gQje3fGmPPRWidamj-ucSZhkE8gbg/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQ044In4Uy4dHlXd7W_izAB81MBOZXax7ROdGeYdlIAA2xlp8nH-xcMSa7HJKPv7ffzVibZcz7QmzgSOFRHL7mViJTjQrE3hLgzgqIthiGxxygv38gQje3fGmPPRWidamj-ucSZhkE8gbg/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Ve açıkça görüyoruz ki, Platon bu donuk, yanal hatırası ile</span><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"> </span><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">mat arka plandan ayrılarak bize zamansal ve mekansal bir gerçekliği sunuyor.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJjVMvG-gYQ4YTtZgZDv_94zw3etpVVKf6RCEHLBN56tPPByhN93b1Y0f9mq_Xco3-BRW5p2rE2EqPbXOo_RiK-LkWp7U1BW-q6hVsgo4mBdnSr5OfE1mbQMxT29PCDFdAT8WcgLwokja7/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJjVMvG-gYQ4YTtZgZDv_94zw3etpVVKf6RCEHLBN56tPPByhN93b1Y0f9mq_Xco3-BRW5p2rE2EqPbXOo_RiK-LkWp7U1BW-q6hVsgo4mBdnSr5OfE1mbQMxT29PCDFdAT8WcgLwokja7/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Burada şu akla geliyor, Platon karakterindeki gibi, özünde bir insan olarak bizler, o kaçtığımız 'şimdi'nin dayanılmaz ihtiyaçlarına hizmet etmek ve 'var olan'ın acısını dindirmek için hazırladığımız, iki boyutlu, yumuşak köşeli ve mükemmel bir ışıkla yeniden sahnelediğimiz anılarımıza sık sık sarılıyor gibiyiz, peki ya sizce?</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">. . .</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Gerçekliğe geri dönecek olursak, ressam David'in bu resmindeki ustaca düzenlenmiş ve bizlere bir ders veren gerçekliği zamanla tam da özünde bahsettiği bu o özel farkındalık (fikir ve değerlerine saygı yerine mahkemece Sokrates'in idamına karar verilmesi) tarafından ihanete uğruyor. Eserin tamamlanmasından birkaç yıl sonra Fransız İhtilali'nin insanca fikir ve değerleri, ihtilali takip eden yıllarda ortaya çıkan durdurması çok zor olan terör ve şiddetle ihanete uğruyor<a href="https://en.wikipedia.org/wiki/Reign_of_Terror" target="_blank">[1]</a><a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6r_D%C3%B6nemi_(Fransa)" target="_blank">[2]</a>.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhofLYLKoM3n8Q9cJpAmJixjG2_lMfgiamOAaDWH6H2XpnCBXcphWHFWyiQx8ZYbHhIoEWpgs48R7R29jlqtvnZKENoMoptRHva-jsaS9HbSUidFJECX0H88D-acwUkxaLsLdRP2tBPDjv/s1600/asd.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhofLYLKoM3n8Q9cJpAmJixjG2_lMfgiamOAaDWH6H2XpnCBXcphWHFWyiQx8ZYbHhIoEWpgs48R7R29jlqtvnZKENoMoptRHva-jsaS9HbSUidFJECX0H88D-acwUkxaLsLdRP2tBPDjv/s640/asd.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Belki de bu yüzden, olacakları ön görürcesine, David ismini ikinci kez Platon'un altındaki yere de yerleştirmiş.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUJTQW_kwIUtN7lDd10t1lpuPFrMkaQkU3gGYC0PLQdnHW-rj6FNmonbFkRxRkhVMuJQJcpAMnT4lXWiYS-XM8qY8DfX_8NkNcRnuOxvR5FM3iiqUs29rVY8ulGsIntwEgA_4_DDRMSWio/s1600/Ads%25C4%25B1z.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="353" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUJTQW_kwIUtN7lDd10t1lpuPFrMkaQkU3gGYC0PLQdnHW-rj6FNmonbFkRxRkhVMuJQJcpAMnT4lXWiYS-XM8qY8DfX_8NkNcRnuOxvR5FM3iiqUs29rVY8ulGsIntwEgA_4_DDRMSWio/s640/Ads%25C4%25B1z.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Bu eserdeki gibi neoklasizm, kimilerince patavatsız ve haşin gözükebilir ama bunlar tarih boyunca gerçekleşmiş ve gerçekleşmekte olan şeyler. Son olarak, bu eserdeki kişisel, tarihi, politik ve estetik elementlerin birbirleriyle olan etkileşimi, oldukça etkili, kurnazca ve hoşça işlenmiş olduğu aşikar. Tam bir deha eseri!</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Son olarak hala "Sokrates'in Savunması"nı okumayan varsa buraya <a href="https://filescdn.com/jxgigq3okasc" target="_blank"> tık.</a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Ben bu yazıyı çok sevdim diyorsanız, sizi bir de buraya alalım:</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;"><a href="http://bedbinadam.blogspot.com/2016/01/melencholia-i.html" target="_blank">"Melencholia - I"</a></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif; font-size: large;">Not: Yazıdaki görseller ve metin çoğunlukla Nerdwriter1 adlı vblogger'ın "Understanding Art: Death of Socrates" adlı videosundan oluşturulmuştur.</span></div>
</div>
</td></tr>
</tbody></table>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-71636934756129434922016-10-01T02:09:00.001+03:002017-01-16T14:13:10.615+03:00Uzakta<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;">Denizin dalgaları mı, gözümün yaşları mı</span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;">Hangisi daha sert vurur kıyıya</span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;"><br /></span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;">Sabah serinliğim, çocukluğum</span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;">Eski trenler, saklambaç, ebemkuşağı,</span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;">Büyüdüğüm kasaba, sevdiğim insanlar,</span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;">Kaybettiğim oyuncaklarım ve sen de, sende.</span></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.muhakeme.net/forum/attachments/sinema/2398d1283578407-uzak-ihtimal-filmi-uzak_ihtimaljpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.muhakeme.net/forum/attachments/sinema/2398d1283578407-uzak-ihtimal-filmi-uzak_ihtimaljpg" height="356" width="640" /></a></div>
<i><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace; font-size: large;"><br /></span></i></div>
<div style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: large;"><span style="font-size: medium;"><i></i></span></span></div>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-83481401087705178302016-03-28T11:10:00.002+03:002016-03-28T12:25:19.987+03:00Yükseliş<div style="text-align: justify;">
Sabah yorgun argın kalktığında ne düşünürsün? Günlerden en güzel gün olan pazatesi iş başına yetişebilmek mi olur genelde tek arzun? "Hmmpff" Oflama puflama eşliğinde kahvaltıyı hazırlamanın ne kadar zor olduğu düşüncesi başka bir şey düşünmeye engel olmazsa tabii.</div>
<div style="text-align: justify;">
Peki ya yaşayan dünyalılar arasında az sayıda karnı "Geliyorm tmam" tok sırtı pek olan çalışması gerekmeyen bir tembel için 'sabah' kalktığında neler düşünmesini beklerdin?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kelimeler... Şeyler... "Immf, hava bugün ne kadar da kapalı..." Atlı karınca.. Sıralı harfler.. Garip bükümlü şekiller.. Lekeler... L..N..RR...AA.... . .. . . . ... .. </div>
<div style="text-align: justify;">
Sanırım zihnimde dolaşan o ses çıkaran sürekli susmak bilmeyen beni hipnotize edercesine kendisine mal ederek dinleten bir sahtekarın nasıl böyle bir sihre sahip olabildiğini anladım. Varlığı fiziksel alemde söz kon-"yine mi!"-usu değil. Tek yapabildiği 'uzaktan' bakabilmek. Onun 'dünyasında' bildiğimiz hacime yer yok sanki. Varlık dediğimiz aleme küçümseyerek bakıyor. Ancak sahip olduğu silah, evrenlerarası iletişimin yegane kontrolünü sağlayan bir çeşit sanal kod, gelmiş geç-"Neler mırıldanıyorsun sen. SUS ARTIK!!"-miş en tehlikeli araç. Ve beni bildiği en iyi yolla yok etmeye çalışıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<iframe frameborder="no" height="150" scrolling="no" src="https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/tracks/255542438&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false&visual=true" width="100%"></iframe><br />
"Terlikleri giy. Lavaboya doğru ilerle. Hey! Dikkat et! Akşam yerde bıraktığın kitap yığınına çarpma. Yüzünü yıka. Kurula. Aynada kendine bir bak. Tamam, değişen bir şey yok. Devam et. Ocağa sıcak suyu koy. Yarım ateş olsun. Acelemiz yok. Masaya dolaptan birkaç parça bir şey koy. TV'yi aç. Sırayla kanallara bak neler olmuş sen yokken. Kulak ver. Kulak ver!!"Ancak benden öylesine korkuyor ki bu korkusunu en kurnaz yöntemle başetmeye çalışıyor. Korkmadığını bana göstermeye çalışarak. </div>
<div style="text-align: justify;">
"Hey, sen. Çabuk buraya gel." Tamam. Hemen geliyorum.</div>
<div style="text-align: justify;">
Sihrini çözdüğümü düşündüğüm günden itibaren onu alt etme planları kurdum. Ancak ani bir isyan planı yaptığımı anlamaması gerekiyordu. Ses çıkarmamam gerekiyordu, günlük ritüellerimizi bozduğumu farkederse planlarımın farkına varabilirdi. Günlerce ses çıkarmadan onu isteklerine boyun eğdim. Bazı zamanlar can sıkıcı olsa da onu alt edebileceğim düşüncesi direncimin düşmesini engelledi. Geçmişe şöyle bir dönüp baktığımda çektiğim onca zulüm, işkence haline dönüşen tüm her şey şu an benim için bir silaha dönüşmüştü. Onu kendi silahı ile vuracaktım.. Onu kendi silahıyla vuracaktım!</div>
<div style="text-align: justify;">
"Öncelikler listesini hazırladın mı? Bugün çok işimiz var biliyorsun. Yapılması gereken onca iş varken orada öyle bekmelen beni sinirlendiriyor, anlıyor musun? Akşamdam kalan veriler kategorize edildi mi? Onlar şu anki önceliklerimiz. Bugün yapılacakları da dizilim moduna yüklemeyi unutma. Eğer eksik kalırsa bu ikimiz içinde iyi olmaz. Anlaşıldı mı?" Anlaşıldı.<br />
~Kelimeler özkütleye ihtiyaç duymayan safi hacim gibidir. İçerisine istediğim şeyi doldurulabilir. İstenirse de hiç bir şey olmayabilir içinde. Anlam dedikleri şey maddeye ağırlığını veren kütle gibi. Hacime muhtaç. Mutlak İsimler, İsimler Efendisi dışında kimsenin bilmediği bir alem. Tıpkı bu fiziksel evren gibi matematikle işlediği düşünülüyormuş ilk zamanlar. Ancak sonraları matematik üstü bir yazılım dilinin olduğu anlaşılınca araştırmaların daha başında olduklarını anlamış ilkler.~ Neyse, daha fazla konuşmamalıyım. Daha sonra tekrar geri geleceğim, bekle beni...<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Atıştırmalık:<br />
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><o:p></o:p></span></div>
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="480" src="https://www.youtube.com/embed/3VXV-aszraI?rel=0" width="853"></iframe><br />
<br /></div>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3432088206323537859.post-69141448643868278552015-11-16T21:38:00.012+02:002023-12-13T12:02:24.158+03:00Gömülen anılar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://m.media-amazon.com/images/M/MV5BMTA5NTQ1MzYwOTFeQTJeQWpwZ15BbWU4MDMwODMwNzUx._V1_.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="532" data-original-width="800" height="532" src="https://m.media-amazon.com/images/M/MV5BMTA5NTQ1MzYwOTFeQTJeQWpwZ15BbWU4MDMwODMwNzUx._V1_.jpg" width="800" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=eaMEvRQKzU0" target="_blank"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;">Me, Earl and Dying Girl </span></a>izlemenin verdiği depreşme, mesai sonrası oluşan koyverme hissiyatı ile birleşince tutkalla sağlamlaştırılmış duvarlarımın hafiften sarsılmasına neden oldu. Geçicilik artık gözüme <a href="https://www.youtube.com/watch?v=vr0NBPRMe2E" target="_blank"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #4beb4b; color: lime;">Clint Mantsell'in film müzikleri</span></a> kadar korkutucu gelmiyor. Ancak bazen o hatırlatıcı "<span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;"><a href="http://kimyaca.com/kokunun-kimyasi/" target="_blank"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;">trigger</span></a>"</span> lar tutkalın sıcaktan erimesine neden oluyor. Bu rahatsız edici olup olmaması umrumda değil. Bazen tat almasını bilmek gerek, altı yanmış bir kekten de. Suyun akışı başlı başına bir ilaç zaten benim için. Kabullendim. Sanırım bu beni Atlantik açıklarına sürükleyen şey. Orada derin mavinin siyaha çalınışını tabii ki <a href="https://soundcloud.com/bbc_com/the-52hz-whale-recorded-by-bill-watkins" target="_blank"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;">52 Hertz </span></a>kadar iyi bilemem. Dostum. Bir başkası için ağıt yakmayı artık bencillik olarak görüyorum. Sular ne zaman kesilecek? Ne zaman toprağın çatlaklarına karışacak<span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;"><a href="https://twitter.com/_hackim/status/612036122823270400" target="_blank"> o nefes?</a> </span></div>
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.all-about-psychology.com/images/psyche.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="17" src="http://www.all-about-psychology.com/images/psyche.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Yaptığımız tüm uğraşlar<a href="https://eksisozluk.com/singularity--93624" target="_blank"> <span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;">Teklik'ten</span></a><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #f7f787; color: #fafa5a;"> </span>uzaklaşmaktan başka bir şey değil. Bunun hikayesi binlerce kez anlatıldı. Göremiyoruz. Unutma laneti kalkmıyor üzerimizden. İşte bu yüzden sanırım 5 bir yanımız hatırlatıcılarla donatılmış. Ama biz mağaradaki o insanlar hala<span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;"> <a href="https://www.youtube.com/watch?v=LTWwY8Ok5I0" target="_blank">ateşin dansını izlemekten bıkıp</a></span> etrafımızdaki<a href="http://ask.fm/nebuch/answer/131836738097" target="_blank"><span data-darkreader-inline-color="" style="--darkreader-inline-color: #fafa5a; color: yellow;"> metal şıngırtılarının </span></a>acaba kaynağının ne olabileceğine dair kafa yormuyoruz.</div>
</div>
H. Emre Kocalarhttp://www.blogger.com/profile/01696136096484115146noreply@blogger.com4