Tanrı'nın iradesinin tecessümü olan doğa kanununun akıl aracılığıyla keşfedilir olması insanı özgür kılar. J. Locke, bu yüzden rasyonel doğduğumuz gibi özgür de doğduğumuzu söyler. Locke siyaset teorisinde her bir kişiyi diğerine eşit kılan budur. Locke, bundan dolayı, kurgusal bir durum olarak değil de, emprik bir veri olarak tasavvur ettiği doğa durumunda, insanın bütün siyasi otoriterlerden azade olma manasında özgür olduğunu düşünür. Açık bir ifadeyle, doğa durumunda toplumun ve devletin varlığı söz konusu değildir. Her bir kişinin Tabii (Doğal) kanunu ihmal etmemek şartıyla kendi kanununu kendisinin koyma, hayat yolunda dilediğini seçme özgürlüğü vardır. Bu özgürlük, bireyi başkalarının hayatına, bedenine ve mülkiyetine zarar vermemeyi emreden tabii kanunla birleşmiş ve sınırlandırılmış bir özgürlüktür, insanın asli özgürlüğüdür. Ve bu sebeple de onu bir hak olarak telakki edebileceğimiz yegane özgürlüktür. Bununla birlikte, insanlar bir özgürlük durumu olmasına rağmen bu doğa durumu terk ederler. Bunun başlıca sebebi ihtilaflarda ve tartışmalarda taraflar arasında hakemlik veya hakimlik yapacak meşru bir otoritenin bulunmamasıdır. Böyle bir yokluk, doğa durumunda özgürlüğün tam anlamıyla garanti altında olmadığını ifade eder. Bundan dolayı, bireyler, kendilerini ve kendilerine ait şeylerin korunmasını garanti altında almak amacıyla, birbirleriyle sözleşme yaparak toplumu ve sivil-siyasi yönetimi oluştururlar. Bu yönetim, insanların doğa durumunda sahip oldukları özgürlüğün bir parçası olan, "kendi kanununu kendi yapma hakkı"nı bireyler kendi rızalarıyla ona devrettikleri için meşru bir yönetimdir. Öyleyse, devletin varlık nedeni, bireyin başkalarının zor kullanımından masum şekilde yaşayabilmesinin şartlarını tesis etme ve sağlama alma göreviyle yükümlü olduğu anlamına gelir. Devlet, bireyin inandığı gibi yaşamasına müdahele edemez; müdahele edilmesine de müsamaha gösteremez.
-J.J Rousseau